Yerel seçimlerin sembol ili: İstanbul
Bürokrat kökeni, bürokrat yüzü Murat Kurum için bir dezavantaj; tüm devlet imkanlarını arkasına alması ve MHP’nin de kendisini destekliyor olması ise büyük bir avantaj. İmamoğlu ise tribüne oynamayı iyi bilen bir popülist figür. Ancak karşısında, hiçbir ahlâkî kaygı gütmeden oynayan, gözünü karartmış ve tüm devlet imkanlarını fütursuzca kullanan, kullanacak bir Erdoğan var; bu da İmamoğlu’nun en büyük dezavantajı.
Türkiye’nin en kalabalık ve idari değilse de kültürel ve finansal başkenti İstanbul yerel yöneticileri sadece bugün değil, şehremaneti döneminden belediye başkanlığına, oradan da 1984 sonrasındaki büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerine her zaman önem taşıdı; üzerinde konuşmaya bile gerek yok. Lâkin bu seçim diğerlerinden bir parmak daha farklı gibi.
Seçimleri Erdoğan’ın kazanması -ki İstanbul’un yanında Ankara ve İzmir’i de kazanabilirse- bunun, sadece siyasî muhalifler için değil, AKP ve şürekâsının dayattığı yaşam biçiminin mücavir alanı dışında kalacak herkes için de bir “the age of ört ki ölem”in başlangıcı anlamına geleceği aşikâr. Seçimleri İmamoğlu’nun kazanması ise ona CHP’nin cumhurbaşkanlığı adaylığı yolunu açtığı kadar, CHP gölge/eş genel başkanlığı yolunu da açacak; İmamoğlu bir nev’i Erdoğan’ın yıllar yıllar öne geçtiği yoldan geçecek; popüler (ve popülist) bir lider olarak bu başarısını Cumhurbaşkanlığı’na doğru taşımaya çalışacak. Üstelik, erken bir seçime gidilmezse 2028’de yapılması gereken bu seçimlerde o tarihlerde 74 yaşında olacak Erdoğan’ın (yeni bir anayasa kabul edilmezse) adaylığı da zor görünüyor.
Elbette, artık söyleye söyleye ezber ettiğimiz “Siyasette bir yıl çok kısa bir gün çok uzundur.” darb-ı meseline gönderme yaparak 2028’e kadar köprülerin altından çok sular akacağını da kestirmek zor değil ama yukarıda sıraladığım senaryonun görünür gelecekte önümüzde duran senaryo olduğunu da unutmamak gerekiyor. İşte tüm bunlar İstanbul seçimlerini diğer illerdeki seçimlerden daha farklı bir yere koymamızı gerektiriyor. Ankara’da Mansur Yavaş’ın siyasî bir iddiası yok; Yavaş’ın böyle bir kumaşı da yok. Aynı şey İzmir’in eski Karşıyaka Belediye Başkanı, yeni İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Cemil Tugay için de geçerli.
Seçim sürecinde Erdoğan’ın her yerde kendisini adayın önüne koyduğu da çok belli. Ankara’da Yavaş ve Erdoğan yarışacak, İzmir'de Tugay ve Erdoğan yarışacak; sadece batıda ya da sadece büyükşehirlerde değil Diyarbakır'da da DEM Parti’nin eş başkan adayları Doğan Hatun ve Ayşe Serra Bucak da Erdoğan’a karşı yarışacaklar, Şırnak Silopi'de de eş başkan adayları Jiyan Ormanlı ve Renas Onuk da Erdoğan’a karşı yarışacaklar. İllerdeki AKP belediye başkan adayları aslında Erdoğan’ı temsilen oraya gönderilmiş birer maslahatgüzardan fazla bir şey değiller. Ama İstanbul’un durumu burada yine farklı. Erdoğan burada Murat Kurum’un önünde, İstanbul’da da Murat Kurum bir maslahatgüzar olmaktan fazla bir isim değil ancak Erdoğan’ın gözünden İstanbul herhangi bir il değil: saplantılı bir şekilde burayı tekrar kazanmak istediğini kendisi de gizlemiyor. İstanbul’u kazananın (er geç) Türkiye’yi de kazanacağını gayet iyi biliyor.
İstanbul yarışında kilit partinin şimdiki adıyla DEM Parti olacağı da kesin. Parti’nin İstanbul genelinde hiç de azımsanmayacak bir oy oranı var. Parti seçmenini kolaylıkla çekip çevirebiliyor; partililer, DEM seçmeni, parti üst yönetiminin aldığı kararlara -onu eleştirseler de- sadıklar. Bu seçimlerde DEM’in aldığı karar tam da seçimin favorilerinden İmamoğlu’nun birebir istediği gibi olmadı. DEM aday çıkardı lakin sonuç İmamoğlu’nun “en istemediği” sonuç da olmadı. DEM Parti Başak Demirtaş’ı değil, İstanbul'da Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni’yi eş başkan adayları olarak gösterdi.
Meral Danış Beştaş da Murat Çepni de hem Türkiye kamuoyunda hem de Kürt siyaseti içinde isimleri bilinmeyen düşük profilli adaylar değiller ancak Başak Demirtaş kadar bir yaygın sempatiye de sahip değiller. Aday gösterilmiş olsaydı Başak Demirtaş isminin, DEM parti dışındaki seküler kadınların ve Türkiye solunun da çok rahatlıkla teveccühünü kazanacak bir isim olacağını tahmin etmek zor değildi. Üstelik parti, geçtiğimiz mayıs ayındaki genel seçimlerde düşüşe geçen oylarına Başak Demirtaş’ın adaylığı ile bir makyaj yapma, İstanbul’da göz dolduracak bir sonuç elde etme ihtimaline de sahip olabilirdi.
Ebetteki Başak Hanım’ın adaylık kararı tek başına aldığı bir karar değildi. En başta cezaevindeki eşi Selahattin Demirtaş’ın da bu kararda imzası bulunuyordu. Belki parti içi dengeler, belki de Selahattin-Başak Demirtaş’ın böylesi bir adaylığın “götüreceklerinin” “getireceklerinden” fazla olduğuna kanaat getirmiş olmaları Başak Demirtaş’ın adaylık düşüncesini kuvvede bırakıp fiile geçirmemesine zemin hazırladı.
Bu kararın İmamoğlu için en mükemmel değilse de en kötü karar olmadığı da ayan beyan. CHP adayı için DEM’in hiç aday çıkartmayıp CHP’yi destekleme kararı alması İmamoğlu’nun elini daha da kolaylaştırırdı; bu olmadı ama Başak Hanım da aday olmadı. Üstelik Yeniden Refah Partisi de Cumhur İttifakı ile yollarını ayırdı ve kendi adayını -Mehmet Altınöz- gösterdi. Altınöz de sağ politikada hiç bilinmeyen bir isim değil, Necmettin Erbakan Vakfı Mütevelli Heyeti üyeliği de var Saadet Partisi geçmişi de.
DEM Parti’nin aday çıkartması nasıl İmamoğlu için ikinci en iyi seçenekse ve bu bir şekilde Murat Kurum’un şansını artıracaksa, Yeniden Refah Partisi’nin Mehmet Altınöz’ü aday göstermesi de AKP için ikinci en iyi seçenek. Çünkü YRP’nin bir aday çıkartması da İmamoğlu’nun şansını artıracak.
Bürokrat kökeni, bürokrat yüzü Murat Kurum için bir dezavantaj; tüm devlet imkanlarını arkasına alması ve MHP’nin de kendisini destekliyor olması ise büyük bir avantaj. İmamoğlu ise tribüne oynamayı iyi bilen bir popülist figür. İmamoğlu’nun seçmenle iletişimi gayet rahat bu da onun avantajı. İmamoğlu’nun karşısında, hiçbir ahlâkî kaygı gütmeden oynayan, gözünü karartmış ve tüm devlet imkanlarını fütursuzca kullanan, kullanacak bir Erdoğan var; bu da İmamoğlu’nun en büyük dezavantajı.
Az zaman kaldı: Umutsuz yaşanmıyor
Keyifli okumalar….
Mete Kaan Kaynar Kimdir?
1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.
Kürt sorununu 'çöz'mek 28 Ekim 2024
Çözüm-süzlük değil, çözüm-siz’lik 21 Ekim 2024
Söğüt gölgesi, darı ambarı, bîçâreler ve sırma saçlılar 14 Ekim 2024
Yeni anayasa, Steven Spielberg, 'Er Doğan’ı kurtarmak' 07 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI