Yeşil Sol Milletvekili Güneş: Kürt çocuklarının gözaltı travması var

Yeşil Sol Parti Mardin Milletvekili Psikolog Beritan Güneş ile yoksulluğun çocuklar üzerindeki etkilerini, Kürt çocuklar üzerindeki baskıyı ve Suriyeli mülteci çocukları konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Yeşil Sol Parti Mardin Milletvekili Beritan Güneş, milletvekili olmadan önce Suriyeli mültecilerle Kürtçe terapi yapan bir psikologdu.

Ağırlıklı olarak kadın ve çocuklarla çalışan Güneş’le Türkiye’deki artan yoksullaşmanın çocuklar üzerindeki etkisini konuştuk.

Güneş’in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle oldu:

Sizi tanıyarak başlamak isterim. Milletvekilliğine giden süreçte neler yaptınız, hangi alanlarda çalıştınız?

Mardin doğumluyum, Diyarbakır'da bir süre yaşadım. Ankara'da psikoloji okudum. Psikoloji okumamın sebebi Kürt halkının uzun yıllar süren travmalardan nasıl sıyrıldığını, nasıl yeniden var olduğunu anlamak istememdi. Bir hocamız hep şöyle derdi; “Bir konuda çalışmak istiyorsanız bir dönüp bakın, orada yaralanan bir şey vardır.” Çocukluğumun böylesi bir atmosferde geçtiğini söyleyebilirim. Dolayısıyla politik bir zeminde çocukluk geçirdim ve sonucunda da psikolojiye yöneldim. Okulu bitirdikten sonra yüksek lisansta savaş travmaları üzerine çalışacakken hocalarımız ihraç edildi ve bir tepki olarak yüksek lisans yapmamayı tercih edip Mardin'e döndüm. Bugün baktığımda çok doğru bir karar aldığımı düşünüyorum. Çünkü döndüğümde Mardin'de Suriye savaşı sebebiyle Rojava'dan gelen kadınlar, çocuklar vardı. Onlarla sahada birebir savaş travması çalışmaya başladım. Deneyimlerim daha çok kadınlar ve çocuklar üzerine oldu.

Çocuklarla çalışma yürütmüş olan bir psikolog olarak sizinle yoksulluğun/yoksullaşmanın çocukları nasıl etkilediğini konuşmak isterim. Yoksulluğun memurları, emeklileri, asgari ücretlileri nasıl etkilediğini çokça konuşuyoruz. Çocukları nasıl etkilediğine dair tartışmalarsa görünür olmuyor. Neden?

Çünkü tartışmayı yürütenler genelde erkekler oluyor ve kendi bakış açılarını tartışıyorlar. Ayrıca çocuk katılımının, çocuk görünürlüğünün çok az olduğu bu ülkede elbette en sona da çocuklar kalıyor. Buradaki mesele biraz zihniyet meselesi. Ailede de böyledir, yoksulluk yaşandığında ilk gözden çıkarılan çocuklar ve onların ihtiyaçları olur. Çocukların kendi hayatları ve yaşamları için aktif rol almalarını ve problemlerini aktif bir şekilde dile getirmelerini sağlamadığımız sürece bunu değiştiremeyiz. Çünkü Türkiye’de çocuklar tüm sorunlarını olduğu gibi yoksulluktan kaynaklı sorunlarını da dile getiremiyor. Dile getirilmedikçe de çözüm yolları kapanıyor ve sorun gittikçe derinleşiyor. Travma da biraz böyle bir şeydir. Travma dile geldiği oranda travma olmaz. Çocukların yaşadığı yoksulluğun, yoksunluğun, istismarın, şiddetin etkilerinin bir yetişkinden daha kalıcı, daha travmatik olmasının sebebi de bu. Bunu önlemek ve çocukların sorunlarını dile getirmeleri için ihtiyaç duydukları alanların, araçların onlara sunulması lazım.

‘OKULLARDA VAR OLAN AKRAN ZORBALIĞINI MEVCUT SİYASETTEN AYRI TUTAMAYIZ’

Çocukların dile getiremediklerini söylediğiniz sorunları neler? Türkiye'de çocuklar mutlu mu?

Bu soruya ‘Türkiye'de kim mutlu?’ diye soruyla cevap vereyim. Ufak bir azınlık mutlu. Çocukların da mutlu olduğunu düşünmüyorum. Sahadaki aktif çalışmalarımda da bunu gözlemledim. Bu akran zorbalığı o kadar şiddetli ki çocuklar üzerinde yaşlar boyu devam edecek kalıcı hasarlar bırakıyor. Tabii okullarda var olan akran zorbalığını mevcut siyasetten ayrı tutamayız. Bir iktidarın dili ne kadar ayrımcı olursa çocuklar da bunu o kadar derinleştiriyor. Türkiye’de hiçbir farklılık kabul edilmediği için, farklılıklar yok sayıldığı için bunun okullarda da sonuçları oluyor.

‘TÜRKİYE’DE İLK ÖNCE ÇOCUKLARIN İHTİYAÇLARINDAN VAZGEÇİLİYOR’

Son yıllarda sıkça duyduğumuz bir kavram var; ‘çocuk yoksulluğu’. Siz nasıl tanımlarsınız çocuk yoksulluğunu?

Bir çocuk özellikle 0-3 yaş arasında ne kadar fazla sosyal uyaranla, ne kadar farklı ortamlarla, ne kadar farklı dillerle ve durumlarla karşılaşırsa zihin kendini ve altyapısını buna göre zenginleştirir ve gelecek yaşlara da bir zemin oluşturur. Ancak aileler yoksullaştıkça çocuklara ayrılan bütçe de bir o kadar azalıyor. Ve çocukların dış dünyayla tanışmaları, dış dünyadaki uyaranlarla tanışmaları da o kadar azalıyor. Bu, yoksulluğun sebep olduğu yoksunluğun bir boyutu.

Bir yandan da fiziki olarak bir yetersizlikten bahsedebiliriz. İnsanlar artık yemek yapamıyorlar. Çocuğun ihtiyacı olan besinleri sunamıyorlar. Ekonomik yoksulluktan ailedeki her birey etkileniyor ama en çok çocuklar etkileniyor. Çünkü dediğim gibi ilk önce çocukların ihtiyaçlarından vazgeçiliyor.

Beritan Güneş, Ceren Bayar'ın sorularını yanıtladı.

‘UZUN VADEDE TÜRKİYE İÇİN YAPILACAK EN İYİ ŞEY ÇOCUKLARA YATIRIM YAPMAK’

TÜİK'in 2023 yılının başında yayımladığı bir rapora göre 6 aylık ve üstü çocukların yüzde 62,4’ü ekmek ve makarnayı her gün tüketirken sadece yüzde 12’si et, tavuk veya balık yiyebiliyor. Bu tablonun çocukların fiziksel gelişimi üzerindeki etkisini öngörebiliyoruz. Psikolojik gelişimleri üzerinde de etkili mi?

Muhtemelen şu anda çok daha kötü bir tablo söz konusu. Çocuklar yeterli gıdaya, protein kaynaklarına ulaşamıyor. Bir yandan da sosyal medya gibi televizyon gibi sürekli satın almanın pompalandığı bir dönemde yaşıyoruz. Çocukların talepleri de buna göre şekilleniyor. Bu da bir yandan çocuğun istediğine ulaşamamasına sebep olduğu için bu boyutuyla çocukları olumsuz etkiliyor. Bunun yaratacağı tahribatı engellemenin yolu da en başta çocukların şartlarını iyileştirmek. Şu anda iyi bir yönetim aklı olsa bunun uzun vadedeki sonuçlarını görür. Çocuklar için gerekli iyileştirmeleri yapmak, çocuklara yatırım yapmak uzun vadede Türkiye için yapılacak en iyi şey. Aksi durumun faturası çok daha büyük olacaktır. Ancak çocuklara yatırım yapılmasının, mesela günde bir öğün yeterli ve ücretsiz gıda verilmesinin önünde tek engel var; iktidar aklı.

'YOKSULLUK SADECE CEBİMİZDEN PARAMIZI DEĞİL SEVGİMİZİ PAYLAŞACAĞIMIZ ORTAMLARI DA ELİMİZDEN ALIYOR'

Türkiye çok büyük ekonomik çalkantılardan geçiyor ve anne - babalar da etkileniyor bu çalkantılardan. Pek çok aile yıpratıcı süreçlerden geçiyor. Bunun da çocuklara yansıması oluyor mu?

Tabii ki. Tek maaşla hiçbir ailenin kendini idame ettiremeyeceğini biliyoruz. Ailede çalışabilecek kaç kişi varsa, yaşı küçük de olsa çalışıyor. Bu, bir boyutu. Bir de yoğun mesailerde, birkaç işte çalışan ailelerin çocuklarıyla görüşemedikleri bir ortamda yaşıyoruz. Bunun bir çocuk üzerinde psikolojik olarak etkisinin olmamasını düşünmek çok yanlış olur. Yoksulluk sadece cebimizden paramızı, soframızdan ekmeğimizi değil, sevgimizi paylaşacağımız ortamları da elimizden alıyor.

Kısmen bahsettiniz; çocukların çalışmak zorunda kaldığı bir Türkiye'de yaşıyoruz. Eski Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in 2022’de bir soru önergesine verdiği yanıta göre 18 yaş altı 240 bin çocuk örgün öğretime devam etmiyor, büyük kısmı açık öğretime kayıtlı. Okula gitmemek, okul çağında çalışmak çocuğun psikolojisini nasıl etkiler?

Sorsanız açık öğretimleri çocukların eğitim alabilmesiyle ilişkilendirirler. Oysa açık öğretimin varlığı çocukların eğitim alma hakkının önüne geçiyor. Yani açık öğretim gibi bir alternatif yaratılarak çocuklar erken evliliklere sevk ediliyor ve işçileştiriliyor.

Eğer biz okullaşmanın azalmasıyla mücadele etmek istiyorsak yapacağımız şeyler çok belli. Önce her çocuğu destekleyen politikalarla aile desteklenmeli. Ardından bir çocuğun okula gitmemesinin riskleri aileyle bir ebeveynlik oturumuyla paylaşılmalı. Ve bir yandan da cezai yaptırımlarla tedbirler alınmalı. Fakat bunların hiçbiri yapılmazken kız çocukları için okul açmak ya da açık öğretimi teşvik etmek gibi niyetli birtakım çalışmalar yürütülüyor. Bunların hepsinin farkındayız. Aileleri ne kadar güçlendirirsek bu örgütlü kötülükle o kadar mücadele edebiliriz.

'‘KIZ OKULLARI’ AÇMANIN BİR SONRAKİ ADIMI KIZ ÇOCUKLARINI EVE HAPSETMEKTİR'

Güncelde devam eden “kız okulları” tartışmasına atıfta bulundunuz. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, kız çocuklarını okutmak istemeyen ailelerin “kız okullarını” tercih edebileceğini, kız okulları açılmasının okullaşma oranını artırabileceğini söyledi. HÜDA-PAR’dan da Bakan Tekin’e destek geldi. Bakanın bu açıklamasını nasıl değerlendirirsiniz? Bu açıklamayı ve HÜDA-PAR’dan gelen desteği karma eğitimin devamına dönük bir risk olarak okuyanlar da var. Risk var mı sizce de?

Risk var tabii. Şu anki Meclis, bütün kadın kazanımlarına, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair atılan tüm adımlara karşı duruyor. “Karma eğitim mi, kız-erkek okulları mı” tartışmasını yapmamız bile ortada bir risk olduğunun göstergesi.

Milli Eğitim Bakanı’nın “Kız okulları olursa kız çocukları da okuyacak” gibi bir savunması var. Toplumda, sokakta da erkekler var ama. O aileler erkekler var diye çocuğunu sokağa çıkarmayacak mı? Çocuğu hapis mi edecek? Toplumda “Erkek-free” (erkeksiz) ortam yaratamazsınız. Toplumun doğal akışı böyle bir şey değil. Doğal akışta olmayan bu özel ortamı yaratma isteği tabii ki politik.

Kız okulları açmanın bizi götüreceği yer toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin daha da derinleştiği, kız çocukların, kadınların eve hapsedildiği bir toplum düzenidir. Çünkü bunun bir sonraki adımı “sokakta erkek var, kız çocuk dışarı çıkamaz” olacaktır. Bu da kadının, kız çocuğunun ölümüdür, yok oluşudur, diri diri toprağa gömülmesidir.

‘BİR ÇOCUĞUN YURTDIŞINDA OKUYABİLECEK İMKANLARI VARKEN BİR ÇOCUĞUN YİYECEK BULAMAMASININ HİÇBİR AÇIKLAMASI OLAMAZ’

Ekonomideki sıkıntılara tekrar dönecek olursak; orta sınıfın giderek zayıfladığı, sınıflar arasındaki eşitsizliğin giderek arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bu çocukları da etkiliyor. Çocuklar arasındaki eşitsizliğin sonuçları olur mu?

Bu eşitsizliği hisseden çocuğun bunu hissettiği ortamdan tamamen geri çekilmesi ve sosyal içe çekilme yaşaması ihtimali var. Özgüvene dair kırılmalar yaşanabilir. Kutuplaşmaya ve ayrımcılığa sebep olabilir. Tüm bunlarla birlikte okulu bırakmaya kadar giden yoğun etkileri olabilir. Sosyal devletsek eğer bütün çocuklar için azami düzeyde eşit şartları sağlamak zorundayız. Bir çocuk Amerika'da, İngiltere'de okuyabilecek imkanlara sahipken bir çocuk çalışmak zorundaysa, yiyecek ekmek bulamıyorsa sosyal devlet yoktur. Bu kadar büyük bir kutuplaşmanın açıklaması olamaz. Biz her çocuğun en azından okullarda eşit imkanlara sahip olmasını bekleriz ki bu uçurum bu kadar göze batmasın.

Beritan Güneş
‘YOKSULLUK ŞU ANDA TOPLUMU EN ÇOK TEHDİT EDEN GÜNDEMLERDEN BİRİ’

Çocukların ülkenin, önümüzdeki 10 yıllarının yetişkinleri olduğunu düşünecek olursak röportajımızın başından bu yana ortaya koyduğunuz bu tablo; çocukların gıda dahil temel ihtiyaçlara erişememesi, yoksulluktan kaynaklı yoksunluk, giderek artan eşitsizlik gibi durumlar Türkiye’nin önümüzdeki on yıllarını nasıl etkiler?

Geri döndürülemez etkileri olacaktır. Çünkü her yaşın bir kritik dönemi vardır ve o yaşın o kritik döneminde o ihtiyaç karşılanmazsa çocuk bir daha o ihtiyacın yerini dolduramayabilir. O yüzden 0-3 yaşın çok kritik olduğunu özellikle vurguluyoruz. 0-3 yaşta yaşanan yoksulluğun etkileri bütün hayat boyunca aktarılır.

Toplum da sürekli yoksullukla boğuşan ve yoksulluğu sürekli aktaran bir toplum haline gelir. Çünkü imkanları kısıtlı olan bir ailenin çocuğunun yine imkanları kısıtlı olan bir yetişkine dönüşmesi beklenir. Çünkü bu sistem o kadar ayırıcıdır ki çocuk diğer tarafta kendine yaşam şansı bulamaz. Dolayısıyla bu yoksulluğun aktarıldığı bir sisteme dönüşür.

Öte yandan uyuşturucunun, şiddetin, suç oranının arttığı, çok kolay manipüle edilebilen ve çok kolay kutuplaştırılabilen bir toplum ortaya çıkar. Çünkü yoksulluk aynı zamanda öfkeye de sebep olur. Bu öfke de toplumdaki diğer fertlere çok kolay kanalize edilebilir. Yani yoksulluk şu anda toplumu en çok tehdit eden gündemlerden biridir.

‘ÇOCUKLARIN GÖZÜ ÖNÜNDE YAPILAN EV BASKINLARI ÇOCUK HAKKI İHLALİ’

Ekonomi dışında Türkiye'de yaşayan çocukların psikolojik gelişimini, ruh sağlığını, geleceğini etkileyen faktörler neler?

Burada Kürt çocukları özelinde konuşmak isterim. Yoksulluk Türkiye'nin her yerinde var. Ama Türkiye'nin en yoksul illerine bakacak olursak Urfa, Mardin, Ağrı, Şırnak, Hakkari öne çıkar. Bunlar aslında yoksullaştırılmış şehirler. Bir de Kürt çocuklar sokakta, evde, okulda sürekli Kürt kimlikleri sebebiyle baskıya maruz kalıyorlar. Kendileri maruz kalmasa bile aile bireyleri maruz kalıyor. Yapılan ev baskınlarında aile bireylerinin işkenceyle gözaltına alındığını görüyorlar. Geçen günlerde bir haber yayınlandı. 14 yaşında bir çocuk gözaltına alınıyor, evde 3 yaşlarında bir çocuk var ve o dehşetin içerisinde bağırarak ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Hiç kimsenin üç yaşındaki bir çocuğa bu zulmü yaşatmaya hakkı yok. 3 yaşındaki bir çocuğun yaşayabileceği, algılayabileceği stresin çok üstünde yaşadığı.

‘KÜRT ÇOCUKLARIN GÖZALTI TRAVMASI VAR’

Bu ev baskınları tıpkı zırhlı araçların sokakta serbest dolaşması gibi olağanüstü bir şey. Ev baskını yapabilmen için önce ilgili kişiyi çağırman lazım, prosedürleri işletmen lazım. Hiçbiri yapılmadan direkt kapılar kırılarak, ters kelepçeyle, darpla gözaltılar yapılıyor. Bütün bunlar çocukların gözü önünde yapılıyor. Bu bir insanlık suçu. Orada pek çok hak ihlal ediliyor kişinin hürriyetiyle ilgili ama en çok da çocuk hakları ihlal ediliyor. Kürt çocuklarının bir gözaltı travması olduğunu herkesin görmesi gerekiyor.

‘SİZ HİÇ AMASYA'DA, TOKAT'TA ZIRHLI ARAÇ GÖRDÜNÜZ MÜ?’

Bu ev baskınları spesifik birkaç örnekle de sınırlı değil sanırım?

Her gün, her kentte, onlarca böyle ev baskını yapılıyor. Bakın zırhlı araçlar da öyle. Siz hiç Amasya'da, Tokat'ta zırhlı araç gördünüz mü? İzmir'de bir zırhlı aracın bir çocuğu öldürdüğünü duydunuz mu? Yok. Olmasın tabii. Ama yok. Yok çünkü zırhlı araç yok. Zırhlı araç zaten olağanüstü savaş koşullarında sokaklarda gezmesi gereken bir araç. Bunu normalleştiremeyiz.

‘SURİYELİ ÇOCUKLAR YOKSULLUKTAN İKİ KAT DAHA FAZLA ETKİLENİYOR’

Suriyeli mültecilerle çalışmalarınızdan da bahsettiniz. Suriyeli çocuklar toplumun en dezavantajlı gruplarından sanırım. Oradaki çocuklara dair gözlemleriniz neler?

Suriyeli çocuklar kendilerini ifade edemiyorlar ve kabul görmüyorlar. Önce Suriyeli kimliklerinden kurtulmaya çalışıyorlar. Ya da kimliklerini kabul edip bulundukları ortamı reddetmeye başlıyorlar. Yani var olamıyorlar, yaşam alanı bulamıyorlar. Yani Türkiye'deki herhangi bir çocuk var olan mevcut konjonktürden ne kadar etkileniyorsa, Suriyeli mülteci bir çocuk iki kat daha fazla etkileniyor.

Bir meslektaşımın şöyle bir sosyal medya paylaşımını görmüştüm; seçim öncesinde Suriyeli bir anne ile sohbet ediyor. İlkokul çağında çocuğu var annenin. Türkiye’nin her yerinde “Suriyelileri istemiyoruz” afişleri var o dönem. Tüm televizyonlarda siyasiler Suriyelileri göndereceklerini anlatıyor. Anne bundan yakınıyor çünkü oğlu Türkiye’de büyüyor ve Türkçe okuyor, konuşuyor, anlıyor. Oğlunu koruyamadığı için çok üzüldüğünü ifade ediyor.

Ne kadar büyük bir mücadele içinde olduklarının göstergesi işte bu. Hem bu örnekteki gibi toplumdaki kutuplaştırmaya karşı çok büyük bir mücadele içerisindeler. Hem yoksulluğa karşı çok büyük bir mücadele içerisindeler. Bir insanın yaşadığı yerde istenmemesi demek bu dünyada başına gelebilecek en zor şeylerden biri olmalı. Bu gibi örnekler o kadar fazla ki bununla baş edemeyince de gettolaşıyorlar. Kendi içlerinde, daha kapalı bir toplum haline geliyorlar.

'YETKİM OLSA ÇOCUKLAR İÇİN ATACAĞIM İLK 5 ADIM'

Bütün bu tespitleriniz ışığında son sorum şu olsun: Bugün iktidar olsaydınız ve yetkiniz olsaydı çocuklar için atacağınız ilk beş adımınız ne olurdu?

-Öncelikle toplumsal barışın inşası için gerekli adımların atılmasını sağlardım. Hiçbir çocuk işkencelere tanıklık etmesin, savaşın gölgesinde büyümesin, hiçbir çocuk cezaevine girmesin, hiçbir çocuk anne babası cezaevinde olduğu için onlardan ayrı büyümesin diye hızlıca adımlar atardım.

-Çocukların yoksulluktan etkilenmemesi için, asgari standartlarının sağlanması için tüm devlet kurumlarında, belediyelerde uygulanacak standartlar belirlerdim.

-Bütün çocukların sınıfsal ve kimliklere dayalı eşitsizliklerin olmadığı, anadilinde, bilimsel, özgürlükçü, laik ve ekolojik temelli eğitim almalarını sağlayacak düzenlemeler yapardım.

-Çocukların işçileştirilmesini engellemek için yasaklamak dışında yöntemler geliştirirdim. Mesela bir çocuk dünyaya geldiğinde devletin onunla ilgili bir planının, bir bütçesinin olmasını sağlardım.

-Ve çocuk katılımıyla ilgili bir mekanizma kurardım. Çocukların kendi problemlerini ifade ettikleri, kendi çözüm yollarını ürettikleri, bizlerin de bunların hayata geçmesi için destekleyici bir pozisyon aldığımız bir mekanizma.