Yıllar tren camının önünden geçen ağaçlar gibi geçiyor
Biz sürekli oyalanıp dururken yaşamayı unuttuk mu? Ya da zamanı değerlendirmeye çalışırken abartıp ruhumuzu yaylım ateşle perişan mı ettik? “Çalınan Dikkat”in yazarı Johann Hari çözümü inzivada, modern hayattan tümden çekilmekte aramış. İnzivaya çekilecek bir kulübemiz yoksa ne yapacağız? Sabahlara gidelim.
1.
Provincetown sayfiyesi, Boston şehrine otomobille iki saat mesafede. Dünyaya hem yakın hem uzak bir okyanus kasabası…
Yazar Johann Hari, hayatının onu fena halde bunaltan uğultusundan kurtulmak için işte bu kasabaya geldi. Okyanus manzaralı, küçük bir ev kiraladı.
Yalnızdı. Her şeyden, herkesten uzaktaydı. Sadece fiziksel olarak değil, zihinsel olarak da uzaktı. Bir tür detoksa girişmişti. İnternetle tüm bağlarını kesmişti. Sosyal medyaya girmeyecekti. Akıllı telefon kullanmayacaktı. Maillerini kontrol etmeyecekti.
Sadece okuyacaktı. Yazacaktı. Kafasını dinleyecekti… Bütün bir yazı böyle geçirecekti. Bavulu, yıllardır “bir gün okurum” deyip okumadığı kitaplarla doluydu. Dickens’lar, Tolstoy’lar… Kafasında da yazmak istediği roman… Ertelediği ne varsa, yanında getirmişti.
Ama okuyup yazmaktan öte kendiyle de meşgul olmak istiyordu. Zihnini boşaltmak, yürümek, başka hiçbir şeyle ilgilenmeden yemek yemek, yine yürümek, araya ekran sokmadan insanlarla sohbet etmek, kaygısızca etrafa bakmak, uyumak, rüya görmek, kendiliğinden uyanmak…
Bizi insan kılan, yaşıyor kılan neredeyse her şey…
Yazar Hari bunları tümden kaybettiğini düşünüyordu. Bunalmıştı. Hiçbir şeye odaklanamıyor, bir konu üzerinde etraflıca düşünemiyor, ilgisi dağılmadan film seyredemiyor, konuşamıyor, yiyip içemiyordu.
İlgisi dağılmadan yaşayamıyordu.
Her şeyi bir kenara bırakıp inzivaya çekilmesi bundandı. Fişi çekmişti. Analoga dönmüştü.
Neyse ki işler istediği gibi gitti; bu dijital detoksun faydasını daha birinci günden görmeye başladı.
Yeniden yaşamaya başladığını hissediyordu. Şaka değil, yeniden eskisi gibi okuyabildiğini, düşünebildiğini görüyordu. Odağı o kadar kaymıştı ki en temel yetenekleri bile körelmişti.
Hepimizinki gibi.
2.
Britanyalı-İsviçreli yazar Johann Hari, “Çalınan Dikkat - Neden Odaklanamıyoruz?” ismini verdiği kitabı bu inziva deneyiminden sonra yayımladı (Çalınan Dikkat, Metis Yayınları, Çeviri: Barış Engin Aksoy). Orada kendini anlatmakla yetinmedi; dikkatimizi ne zaman nerede nasıl ve neden yitirdiğimizi anlamak, netleştirmek için, hayatlarımızın nasıl makas değiştirdiğini izah edebilmek için dünyanın dört bir yanından bilim insanlarıyla, araştırmacılarla görüştü.
İyi de yaptı. Buradan nefis bir kitap çıkardı. Sadece onu değil hepimizi anlatan bir kitap yazdı.
Kitap görünürde, gitgide azalan dikkatimizden, hiçbir şeye odaklanamamamızdan bahsediyor ama bugünün dünyasının neredeyse tüm sorunlarını da gözler önüne seriyor. Teknolojinin hayatlarımızda “işgal” ettiği yerden, okuma ve düşünme yöntemlerimizin dönüşsüz biçimde değişmesine her şey odağımızı kaydırıyor; bocalamamıza, vasatlaşmamıza ve kendimize ilişkin bilgimizi yitirmemize neden oluyor.
Kaybettiğimiz sadece dikkatimiz değil; varlığımız giderek silikleşip yok oluyor.
Hari’nin kitabı, bugünü anlamak için herkese önereceğim, “zorunlu” bir okuma ama ben bu yazıda kitabın esas konusu olan “dikkat”ten bahsetmeyeceğim (Hem dikkatten hem de bu kitabın esinlediği yeni dünya zorluklarından başka yazılarda söz açmayı planlıyorum).
Bugün kitabın beni götürüp bıraktığı uzak bir durağı anlatmanın günü…
Ama önce şunu söylemeli:
“Çalınan Dikkat” ancak hayatta belli bir yaşa gelen birinin yazabileceği bir kitap.
Çünkü esasen “biz sürekli oyalanıp dururken yaşamayı unuttuk mu” diye soruyor. Yaşamayı sadece bomboş şeylerle uğraşırken unutup unutmadığımıza da bakmıyor üstelik; “zamanı değerlendirmeye çalışırken abartıp ruhumuzu yaylım ateşle perişan ettik mi” sorusunun da peşine düşüyor.
Yani sadece Twitter’dan Instagram’a gezerken kaybettiğimiz zamanın değil, güya “multitasking” yaptığımız ve bu sayede duble değerlendiğini düşündüğümüz anların da çetelesini tutuyor.
Bu bir hesaplaşma kitabı.
Sezen Aksu, “şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler” dizesini yirmi ikisindeyken yazmıştı ama bu sorular genelde yirmili otuzlu yaşlarda sorulmaz. Yaşıtım Hari de kitabını zaten kırklarının başında kaleme almış. İşte bu yüzden “Çalınan Dikkat” aslında geçip giden zamana yakılan bir ağıt… Sadece dikkatin dağılmasıyla, yaşamın ıskalanmasıyla kaybedilen anların bütününe değil, zamanın kendisine dönük bir ağıt bu. İnsanın zaman karşısındaki çaresizliğine…
“Yıllar tren camının önünden geçen ağaçlar gibi geçiyor” diye yazmıştı Eduardo Galeano.
Charles Bukowski de “günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali” demişti.
Atlar, ağaçlar, tren pencereleri… Geçiyor zaman. İnsan, akışı dondurmak için hayatta bir boşluk arıyor. Zamansız bir yuvaya girmek ve bir süre orada kalmak istiyor.
İşte o zaman, karşısında iki yol buluyor. Tabii eğer bulabilirse…
4.
Birinci yol, Hari’nin kendisinin denediği yol. İnziva. Kendisinin de kitap boyu dikkat çektiği üzere, epey “lüks” bir yol bu. Geçim derdinde olan, çocuklarına eşine ailesine işine karşı sorumlulukları olan birine gel de bu yolu anlat!
Gel de eşe dosta, “Ben bir süre ‘unplugged’ yaşamaya karar verdim; üç ay benden haber alamayacaksınız” de!
Zor. Ama neticede dünyanın en eski yöntemlerinden biri. Dervişlerin inzivası farklı mıydı? Öte yandan edebiyat tarihi, kulübesine, kulesine, değirmenine, şatosuna çekilerek ve hayattan elini eteğini çekerek, işine konsantre olan yazarlarla dolu.
Böylesi bir detoks/inziva bir imtiyaz. Ve bir ihtiyaç. Neticede bir yazarın bunu yapıp sonuçlarını bilim ışığında değerlendirmesi de son derece kıymetli.
Ama kanımca, kitabı sevmiş olsam da, çok da işe yarar bir hareket değil.
5.
İşe yarar değil çünkü sürdürülebilir değil. Bunu Hari’ye ta Danimarka’da görüştüğü bir araştırmacı da söylüyor (Hari’nin kendisi de kabul ediyor ayrıca). Üç aylık bir radikal çözüm, çözüm sayılır mı?
Yüz gün sosyal medyayla vedalaştık, tamam; silkinip kendimize geldik, ona da tamam; yeni baştan yürümeyi, düşünmeyi, odaklanmayı öğrendik, çok iyi. Peki yüz birinci gün ne yapacağız?
Ben kendi adıma böyle bir üç dört ayı bulamayacağımı biliyorum. Bulsam bile tercih etmeyeceğimi de… Ama sığınacağımız, kendimize döneceğimiz ve kaybettiğimiz her şeyi onda arayacağımız bir limana hep ihtiyaç var.
Herkesin var.
Çünkü Hari haklı. Yaşam o kadar hızlandı ve başkalaştı ki, bizler, en azından dijital yaşamlara doğmamış olanlar, nasıl yaşanacağını unuttuk. Hatırlamamız gerekiyor.
Okyanus kenarında bir kulübemiz yok.
Ama sabahlarımız var.
6.
İnsanın kendi olabilmek için sadece sabahları var. Hayatta olduğunuzu, nefes aldığınızı, bir yerden bir yere yol yürüdüğünüzü hissetmek için sabahları…
Gitgide daha çok insandan duyuyorum. Sabahları evden, şehirden ve dünyadan iki saat evvel kalkıp kitap okuyanlar, çalışanlar, yazanlar, spor yapanlar… Hatta kalkıp hiçbir şey yapmayanlar… Bir bardak kahvesini içip pencereden dışarı bakanlar.
Çünkü başka kalmadı.
İlgimizi toplayabildiğimiz, kendimizi dinleyebildiğimiz, düşüncelerimizi duyabildiğimiz başka bir zaman dilimi yok. Sabah dörtlerde, beşlerde ayakta değilseniz, müthiş bir uğultunun içindesiniz demektir. İşinizde, evinizde, şehrin her yerinde o uğultu devam ediyor.
Elbette gece bir saatten sonra yine kendinizlesiniz. Ama zihniniz yorgun ve bıkkınken. Yeterince işlemiyorken…
Kendi başınıza kalmak istiyorsanız gece saatlerini sabah saatlerine karşı takasa süreceksiniz.
Çünkü yıllar tren camının önünden geçen ağaçlar gibi geçiyor…
Gecenin sabaha döndüğü saatler… Ev uyuyor, şehir uyuyor, bütün dünya uyuyor. Ben ayaktayım. Kahve yapmışım, yumuşacık bir müzik açmışım, bir kitabın sayfalarına dalıp gitmişim. Arada bir notlar alıp okuyorum.
Çok erken.
Önümde üç saat var. İstediğim gibi yazacağım, okuyacağım, çalışacağım üç saat.
Sonra evin, şehrin ve dünyanın günü başlayacak. Ben de o güne karışacağım. Kendimle olan sınırsız mesaim bitecek.
Üç saat…
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI