Yine yeşerdi fındık dalları, acep ne olacak Ordu’nun halleri
Gurbettekilerin “Deniz kokulu memleketim” diye iç çektiği Ordu’ya “Karadeniz’in Paris’i”, “Karadeniz’in İzmir’i” benzetmeleri yapılsa da en kabul gören söylem “Karadeniz’in incisi”... Nihayetinde Ordulular, kendilerini her daim diğer Karadeniz illerinden farklı görüyor. Yalan da değil hani... Neden mi? Gelin birlikte öğrenelim…
“Ordu'nun dereleri
Aksa yukarı aksa
Vermem seni ellere
Ordu üstüme kalksa
Sürmelim aman
Oy Mehmet'im Mehmet'im
Sana küstüm demedim
Seni bana geçmişler
Vallahi ben demedim
Sürmelim aman
Ordu'nun dereleri
Kara yosun bağlıyor
Kalk gidelim sevdiğim
Annem evde ağlıyor
Sürmelim aman
Oy bağlamam bağlamam
Zerdali dalı mısın
Garip garip çalarsın
Benden sevdalı mısın”
Bir zamanlar Ordu’nun uzak köylerinden birinde yaşayan genç kız ve delikanlı birbirlerine sevdalanmış. Kızın adı Hacer, delikanlınınki de Mehmet’miş. Hacer güzel mi güzel, Mehmet de yakışıklı mı yakışıklıymış. Zaman zaman fındık bahçelerinde buluşur, el ele, göz göze, diz dize akıp giden saatlerin farkına bile varmazlarmış. Bu mutluluk böyle sürerken kem gözler de peşlerindeymiş. Haset dolu köyün diğer kızları, türlü dedikodular çıkarmış; türlü oyunlar çevirmiş. Sonunda Mehmet, derin bir üzüntüyle sevdiğini ve de köyünü terk etmiş. Büyük acı içindeki Hacer, her gün evinin yakınından akan dereye gider, çamaşır yıkar, çitlere asarken dudaklarından hiç eksik etmediği türküyle bütün köyü inletip dururmuş. Ama ne yazık ki Hacer’in bu feryatlarını ne Mehmet duymuş ne de araya giren iyi niyetli komşular derdine çare bulmuş. Böylece yıllar yılları kovalamış, Mehmet gurbette kalmış, Hacer kız da dere kenarında hem ağlamış, hem ölünceye kadar türküsünü söylemiş.
İşte “Ordu’nun Dereleri” türküsünün hikâyesi, anlatana göre ufak farklılıklar gösterse de böyle... Mesela buradaki “geçmek” sözcüğünü ben yıllarca yanlış anlamışım; meğer “şikâyet etmek” anlamına geliyormuş. Bu arada Orduluların “Nerelisin?” sorusuna “Ordu” cevabını verdikten sonra “Ordunun dereleri sahiden yukarı mı akıyor?” gibi sorulara maruz kalmaktan ya da karşısındakinin türküyü mırıldanmaya başlamasından pek mutlu olmadığını belirtip yazımıza devam edelim.
'ELEKTRİKSİZ DURURUM AMA IRMAKSIZ DURMAM'
“Devleti ayakta tutan halk değil mi? Bir kere de devlet halkın yanında olsun. Hayır, cebini kim dolduruyorsa onun yanında. Ben elektriksiz dururum ama ırmaksız durmam.” İşte aşağı mı akar, yukarı mı akar bilmem ama derelerine hidroelektrik santrali (HES) yapılmaması için isyan eden köylü bir kadının sözleri bunlar... Orduluların hakkını teslim etmek lazım; bir kısmı yeri geldiğinde hakkını savunmayı iyi biliyor gerçekten. Mesela HES’lere karşı verilen mücadelenin bir örneği, Karadeniz Sahil Yolu Projesi sırasında da yaşandı. “Yola değil, kıyı dolgusuna karşıyız” dediler ve ürettikleri alternatif projelerle sahillerine kıydırmadılar. Proje kapsamında Fatsa ve Ordu’nun arasına Türkiye’nin en uzun ikinci tüneli yapıldı ve bu tünele yapımında emeği geçen, tamamlandığını göremeden hayatını kaybeden inşaat mühendisi Nefise Akçelik’in ismi verildi.
'TERZİ FİKRİ ÖYLE BİR GİYSİ DİKTİ Kİ FATSA’YA'
Ordu’yu salt son yıllardaki seçim sonuçlarına göre değerlendirmek yerine belki de geçmişine biraz bakmak lazım. “Türkiye’de ilk doğrudan komünizm uygulaması” bizdeydi diyen Fatsalılar, 12 Eylül öncesinde “komünist” bir belediye başkanına sahipti: Fikri Sönmez, namıdiğer “Terzi” Fikri. Halk örgütleri kurdu ve bu şekilde halkı direkt alınan kararlara dâhil etti. 1980 Darbesi’yle görevinden alınarak hapse atılsa da 1985’te cezaevinde yaşamını yitirse de Can Yücel’in dizeleriyle;
“Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa’ya
O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla
Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar
Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından!
Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını”
KARADENİZ’İN İNCİSİ
Gurbettekilerin “Deniz kokulu memleketim” diye iç çektiği Ordu’ya “Karadeniz’in Paris’i”, “Karadeniz’in İzmir’i” benzetmeleri yapılsa da en kabul göreni “Karadeniz’in incisi”... “Oksijen Diyarı Ordu” ise uzun yıllardır şehrin sloganı hâline gelmiş. Ordulular, kendilerini her daim diğer Karadeniz illerinden farklı görüyor. Yalan da değil, özellikle gençlerin daha rahat hareket edebildiği ve sosyalleşebildiği bir şehir... Kemençe ve horonun varlığı da doğusundaki komşularına göre biraz daha cılız... Kültür ve sanat olaylarının Türkiye’de ilk başlatıldığı, sanat topluluklarının ilk organize edildiği illerden Ordu. İstanbul ve Bakırköy Şehir Tiyatrolarından sonra Türkiye’de kurulan üçüncü Şehir Tiyatrosu’nun Ordu Belediye Karadeniz Tiyatrosu olduğunu biliyor muydunuz? Geçmişte daha çok festivalin yapıldığını anlatıyor yaşlılar ve ekliyorlar; 1960’lara kadar şehir rüya gibi bir güzelliğe sahipmiş, tepenin eteklerine kademeli olarak sıra sıra dizilen evlerin hepsi deniz manzaralıymış. “Gittikçe beton yığınına dönüştü şehrimiz.” diyorlar.
'BOZTEPE’YE ÇIKMALI, ŞU ORDU’YA BAKMALI'
Geçtiğimiz yıllarda iktidar tarafından, şehrin adının değiştirileceği, merkez ilçe olan “Altınordu” isminin verileceği gibi bir gündem yaratılmıştı. Bazen insan bir böyle şeylerle neden uğraşıldığını anlamakta gerçekten zorlanıyor. Ordu, dışarıdan aldığı gibi kendi de göç vermiş. Özellikle İstanbul’a; Avrupa’da ise Fransa, Almanya ve Hollanda gibi ülkelere çalışmaya gitmek durumunda kalmışlar. Şehrin dönemsel misafirlerini en çok 2006 yılında açılan üniversitenin öğrencileri ve geçici fındık işçileri oluşturuyor.
Fındık mevzusuna sonra geleceğiz ama önce burada gençler ne yapıyor, ona bakalım. En çok tercih edilen adres sahil yolu, plajlar, yaylalar, kamp alanları ve Boztepe... Eskiden dolambaçlı yollarından arabayla hele de bisikletle tepeye çıkmakta biraz zorlanırmış ama büyük de keyif alırmış insanlar. Şimdi iş kolay, tam tepeye giden teleferik var. Denizden 450 metre yüksekliğe çıktığınızda şehir ayaklarınızın altında kalıyor.
EKSTREM SPORLAR
Türkiye’nin diğer illerine ve potansiyeline baktığımda “Bu illerde neden ekstrem sporlar yapılmaz?” diye çok üzülürdüm ama Ordu, bu konuda gerçekten beni sevindirdi. Bisiklete binen, koşan insanlara rastlayabildiğiniz gibi bir bakıyorsunuz tepenizden paraşütle biri geçiyor. Dağcılık, dalış, off-road, kano, dalga sörfü yapılıyor. Doğa yürüyüşleri, kampçılık ve fotoğrafçılık zaten olmazsa olmaz. Kışın da iki teleferik ve on bir pistin bulunduğu Çambaşı Kayak Merkezi’nde kayak ve snowboard, çevre dağlarda da tur kayağı yapılabiliyor.
'TATİLE GİTMEK İSTERSİN, BABAM FINDIĞA GÖTÜRÜR'
1883’te şehri yok eden ve tarihî eserlere zarar veren büyük yangını yaşayan Ordu, 1920 yılında Trabzon’dan ayrılarak il olmuş. 1939 yılında Erzincan depreminden de etkilenerek büyük yıkım yaşayan ilde eskiden hatırı sayılır bir Ermeni nüfus varmış. Kilise yakılmaları, Varlık Vergisi derken bu nüfus erimiş gitmiş. Ancak hâlen şehirde Rum ve Ermeni izlerini görmek mümkün.
Ordu, Türkiye’nin otuzuncu ve son büyükşehiri (2012)... Son günlerde Ünye’nin il olmasıyla ilgili tartışmalar var; yani hâlihazırda “Türkiye’nin en küçük büyükşehiri” olarak anılan Ordu’nun daha da küçülmesi muhtemelen... Kışın nüfusu azalıyor, yazın artıyor. Yayla turizmi kadar fındık mevsiminin yaz aylarına denk gelmesinin de bu artışta payı büyük. Gerçi okullar kapanınca plajda, kumsalda takılma hayalleri kuran gençler bu durumdan pek mutlu değil. Ordu’da şöyle bir özlü söz var: “Orduluyuz olum biz. Sen yazın tatile gitmek istersin, babam alır fındığa götürür.” Yapacak bir şey yok, o fındıkların toplanması lazım! Bakın hatta Ordu’da fındık mevsiminde bir şeyiniz arıza yaparsa ve ustayı ararsanız “Fındıktayım, dönünce ararım.” sözlerini duyunca şaşırmayın. Öncelik her zaman fındıkta... Anlayacağınız fındık, Orduluların hem şansı hem laneti... Gerçi son yıllarda insanların bazı sorunlar nedeniyle kivi yetiştiriciliğine ya da bal üretimine yöneldiği de bir gerçek. Ekonomik bilgilerle yazıyı boğmak istemiyorum; sonuçta sadece yetiştirici değil, bu ülkede yaşayan herkes yanlış tarım ve hayvancılık politikalarının sonuçlarını her geçen gün daha da ağır şekilde yaşıyor.
GÖKLERİNDE THOR’UN EKSİK OLMADIĞI ŞEHİR
Ordu’da mart ve mayıs dışında diğer aylar, yaşamı özetler şekilde farklı isimlerle anılıyor. Bu iki aya neden bir şey bulamamışlar acaba? Neyse ay isimleri şöyle:
Ocak: Zemheri
Şubat: Gücük
Nisan: Abrul (Abul)
Mayıs: Mayıs
Haziran: Kiraz
Temmuz: Orak
Ağustos: Fındık
Eylül: İstavrut
Ekim: Avara
Kasım: Goç
Aralık: Garakış
İlin en meşhur özelliklerinden biri de yağmurları... Resmen Thor, bu ili memleket edinmiş. Bakıyorsunuz hava nefis ve açıkken bir anda yağmur yağıyor, seller akıyor. Ya da tam tersi yaşanıyor; uyanıyorsunuz hava kapalı, “Dışarı çıkılmaz.” diyorsunuz ama birden denize girmelik hava oluyor. Bu kadar su sıkıntısının olduğu yıllarda her ne kadar yağmur yağınca sevinen biri olsam da benim gibiler için açıkçası “psikolojik şiddet” gibi bir şey bu. E bir de şehrin belası durumundaki heyelanlar ve seller yüzünden yaşanan can ve mal kaybını da unutmamak gerek.
EFSANE PERŞEMBE YOLU
Perşembe taraflarına ayrı bir parantez açmak istedim. Zaten Perşembe yolu, başlı başına efsane... Yeşilliklerin arasından yol alıp vardığınız Perşembe’nin merkezinde ve civarında sayısız saklı kumsal bulunuyor. Aynı zamanda Sakin şehir (Cittaslow) unvanına sahip... Merkeze gelince pes etmek yerine sahilden yolunuza devam ederseniz Çamburnu Feneri’nin ardından Hoynat Adası’na varırsınız. Eskiden gemicilerin depo ve sığınak olarak kullandıkları tahmin edilen Hoynat Adası’nın üzerinde su kalıntısı bulunuyor ve burası martı, karabatak kuşlarının yaşadığı kuş cenneti...
Daha ilerideki Yason Burnu Yarımadası da doğal güzelliğiyle görülmeye değer bir yer... 1869 yılında yapılan kilisenin onarılarak ziyarete açılması ve aslına uygun çevre düzenlemesiyle son yıllarda daha çok turist çekiyor. Karadeniz sahili boyunca üzerinde kilise bulunan bu tek yarımadadan güneşin doğuşunu ve batışını izlemek, bence paha biçilemez...
Sahilden yola devam edince de bir sonraki durağınız Bolaman Kalesi olabilir. Denize doğru hafifçe sokulan burun üzerinde, zincirleme şekilde inşa edilen kalenin üzerine 18. yüzyılda, çift cumbalı ve Kademoğlu Konağı olarak bilinen bir ev yapılmış. Sahil şeridi Fatsa, Ünye diye devam ediyor ve sonra sahilden uzaklaşıp içeri girerek Samsun’a ulaşıyor.
DOKSAN SEKİZ ŞELALE Mİ?
Buradan sonra güzergâh olarak anlatmayacağım ve benim en sevdiğim güzelliklerden şelalelere geçeceğim. Ordu’nun tam olarak keşfedilmiş doksan sekiz şelaleyle Karadeniz Bölgesi içinde en çok şelaleye sahip il olduğu bilgisi beni inanılmaz heyecanlandırdı.
Aybastı’ya on yedi kilometre uzaklıktaki Uzundere Şelalesi, Türkiye’nin en uzun şelalelerinden biri... 105 metre yükseklikten akıyor ve toplam yedi şelaleden oluşuyor. Ulubey’deki Ohtamış ve Kadıncık şelaleleri, Karaoluk köyündeki Karaoluk Şelalesi, Çaybaşı’ndeki Kapılı (Cıngırt) Kazankaya Şelaleleri ilin en popüler şelaleleri...
Yine Gelin Kayası Mesire Yeri’nde Akköy Kuzguncuk, Kestane Yokuşu, Değirmen ve Kaşdere şelaleleri bulunuyor. Çamaş’taki Gelin Kayası Mesire Yeri’nde aynı zamanda Hisarbey Konağı’nı ve Hisarbey Kaya Mezarları’nı görebilirsiniz.
Kaya mezarlardan söz açılmışken Ordu’da irili ufaklı kaya mezarlar şehrin hemen her yerine dağılmış durumda... Kale, Gürpınar, Delikkaya, Kardeşler, Dikenlice ve Yapraklı köyleri ile Sucuali Mahallesi’ne yakın yerlere yolunuz düşerse bu mezarları da gözlemleyebilirsiniz.
YAZIN DOLUP TAŞAN YAYLALAR
Diğer Karadeniz illerinde olduğu gibi Ordu’da da yaylaların giderek popüler hâle gelmesi, kimisini sevindiriyor kimisini üzüyor. Buralar yıllardır doğanın sakladığı güzelliklerken artık ziyaretçi akınına uğramış durumda. Elbette herkes tüm güzellikleri görmeyi hak ediyor ama maalesef çarpık yapılaşmalar, yabancılara satışlarla buraların rant merkezleri hâline gelmesi gerçek doğaseverleri üzmekten öte kahrediyor. Özellikle yaz aylarındaki festivaller sırasındaki kalabalık ve araç trafiği bile beni oraya gitme fikrinden soğutuyor. Her zaman böyle yerleri sezonları dışında ziyaret etmeyi severim ama Ordu’nun yaylaları için hava şartlarını ayarlamak pek mümkün değil. Bu nedenle popüler ya da ulaşımın kolay olduğu yaylalardan uzak durup biraz yürümeyi göze almak da alternatif tabii ki...
Ama yine de ben size Ordu’nun popüler yaylalarından biraz söz edeyim. Kümbetler, Çiseli Şelalesi, Karga Tepesi’nin de bulunduğu Perşembe Yaylası; her hafta pazar kurulan Düzoba Yaylası; Yeşilce ve Topçam beldelerine bağlı bulunan Kızılağaç, Beyağaç, Kıyıyurt ve Çukuralan yaylalarını kapsayan Topçam Yaylası; hem yaz hem kış aylarında turizm için bulunmaz doğal güzelliklere sahip Çambaşı Yaylası; obalarıyla ilgi çeken Korgan ve Keyfalan yaylaları, kayak turizmine elverişle Argın (Akkuş) Yaylası, gürgen ağaçlarının süslediği Toygar-Kabaktepe Yaylası... Bunların çoğunda yazın şenlikler düzenleniyor. Bu şenliklerde folklor gösterileri, konserler, güreş müsabakaları, at yarışları yapılıyor.
DOĞA HARİKALARI
Ordu’da yaylalar dışında da yine doğa harikası olan yerler var. Fatsa’ya dokuz kilometre mesafede, organik tarımla beraber eko turizm çalışması olan Kabakdağ Köyü, 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Batum civarından göç edenler tarafından kurulmuş.
2009 yılında Tabiat Parkı olarak tescil edilen Ulugöl ise ziyaretçilerin piknik, doğa yürüyüşü, bisiklet turu, fotoğraf çekimi, bitki ve yaban hayatı gözlemleme gibi faaliyetleri yapmasına elverişli bir yer. Alan içerisinde üç adet heyelan set gölü bulunuyor.
Fatsa’daki Gaga Gölü’nün ortasında küçük bir adacık var. Fındık bahçelerinin arasında yeşillikler içindeki göl, birçok bitki ve hayvan türünü barındırıyor.
Ulubey’deki Küpkaya Kanyonu ve Sayacabaşı Mesire Yeri, adını bulunduğu mevkiden alan Turnasuyu Vadisi, Kabadüz’deki Eminem Pınarı Mesire Yeri, Korgan’daki İteniçi Mesire Yeri, Ünye’deki Asarkaya Kent Ormanı da görülmeye değer doğal güzellikler...
ORDU’NUN MÜZELERİ
Ordu il merkezi Selimiye Mahallesi’nde yükselen Paşaoğlu Konağı, 1896 yılında Paşaoğlu Hüseyin Efendi tarafından yaptırılmış. 19. yüzyıl sivil mimarinin en güzel örneklerinden olan konak, 1987 yılında “Paşaoğlu Konağı ve Etnografya Müzesi” olarak hizmete açılmış. Müzede, Apollon Heykelciği, Bileşik Rython Kült Kabı, Onyx Taşından Yapılmış Kadın Başı, Çocuk Dionysos, Dionysos Mithraphoros gibi önemli eserler sergileniyor.
Ünye Yaşayan Kültürel Miras Müzesi’nde ise eski el işlemeleri, mutfak eşyaları ve çeşitli gereçlerle donatılan günlük kullanım nesneleriyle yıllar öncesinin Ünye yaşamı günümüze taşınmaya çalışılmış.
KİLİSEDEN KÜLTÜR MERKEZİNE
1853 yılında yörede yaşayan Ortodoks Hıristiyanlar tarafından yapılan Taşbaşı’ndaki eski kilise, 2000 yılından beri “Taşbaşı Kültür Merkezi” olarak kullanılıyor. Yine Mesudiye’deki eski bir kilise de “Mesudiye Kültür Merkezi”ne dönüştürülmüş. Aslında Ordu’daki diğer kiliseler de benzer akıbetler yaşamış. Hatta Ünye’deki Yalı Kilisesi, kültür merkezi olmadan önce düğün salonu olarak bile kullanılmış. Ona keza Düz Mahalle Kilisesi önce itfaiye binası, sonra 75. Yıl Cumhuriyet Sahnesi hâline gelmiş. İldeki diğer kiliseler ise tahrip edilmiş ve kalıntı durumunda...
Ordu’da yine tarihî birçok cami bulunuyor. Ahşap mimarisiyle ilginç cami örnekleri görmek istiyorsanız Çaybaşı ilçesine gidebilirsiniz. Minareleri olmayan bu ahşap camilerden Kargılı Ahşap Camii dışında hepsi kullanılıyor. Yine meraklısı Ordu’da birkaç tarihî hamam ve çeşmeyi görme fırsatı bulabilir.
KÖPRÜLER VE KALELER
Ordu’nun ilk kuruluş yeri olarak bilinen Cotyora (Kot Türklerinin yurdu) halk arasında Bozukkale olarak biliniyor. Araştırmalara göre Bizanslılarca 11. yüzyılda yapılan küçük bir gözetleme kulesi olduğu anlaşılıyor.
Ünye Kalesi, adından anlayacağınız üzere Ünye’de. Yalçın dik yamaçlar üzerine kurulan duvarlarıyla oldukça heybetli gözüküyor.
Kurul Kalesi Yerleşkesi, Bayadı köyü sınırlarında bulunan ve sivri bir kaya üzerine kurulmuş antik yerleşme...
Öte yandan Ordu’nun kimisi kalıntı şeklinde olan diğer kaleleri şöyle: Gölköy Kalesi, Kuşfenak Kalesi, Cıngırt Kalesi, Göller Köyü Kalesi, Meletios Kalesi, Gençağa Kalesi, Kaleköy Kalesi...
Şehrin köprülerine gelirsek Melet Irmağı’nın Mesudiye ile Kabadüz ilçelerini birbirinden ayırdığı sınır üzerinde bulunan Başkotanı Köprüsü, iki metre genişliği ve estetik yapısıyla diğerlerinden ayrılıyor. Asma köprü anlayışıyla tamamen ahşaptan inşa edilmiş.
Kemer Köprü, Sarpdere ve Akoluk köprüleri, tahmini 150-200 yıllık geçmişe sahip... Üçü de restorasyon geçirmiş.
*
Ordu gezimizi tamamladığımıza göre, yazımızı yöresel bir tekerlemeyle bitirelim:
“Ben Karadeniz’in bir incisiyim
Sahilde uyuyan bir perisiyim.
Gelen geçen bana bir nazar eder.
Pek dikkatli bakmağa hazar eder.
Bütün tepelerim yemyeşil oldu.
Fındık elma ile her taraf doldu.
Güzellik şöhretim tuttu cihanı
Artık sevincimin yoktur payanı.”
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI