Yoksulluk, eğitim, istihdam: Kısır döngüden nasıl çıkmalı?
Öğretmenler saha deneyimlerinden sahip oldukları bilgi kaynağıyla ve yenilikçi yaklaşımları hayata geçirme imkanlarıyla sistemin dönüştürücü aktörleri olabilirler. Bu nedenle 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde eğitim merkezi konumunu vurgularken öğretmenlerin de bu süreçte etkin aktörler olarak haklarının teslim edilmesi, hak ettikleri itibarın verilmesi gerek.
20 Kasım Pazar günü Dünya Çocuk Hakları Günü olması sebebiyle çocukların karşılaştığı çeşitli sorunlar gündeme taşındı. Bu karanlık tablo çocuk istismarından çocuk yoksulluğuna, çocuk gelinlerden çocuk işçilere kadar farklı profilleri ve farklı sosyal kesimleri içeriyor. Bütün bu sorunları ortadan kaldırmaya yönelik en temel araçlardan biri ise eğitim; ancak gerek çocukların eğitime ulaşamaması gerekse eğitim sisteminin kendi sorunları mevcut durumu dönüştürme çabalarını yetersiz kılıyor. Toplumsal tepkinin bireyselleşmesi, kendi çocuğunun geleceğine odaklanması da sorunu içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Herkes gemisini kurtaran kaptan, oysa hepimiz aynı gemideyiz, kimse düşünmüyor.
YOKSULLUK VE EĞİTİM
Yoksulluktan kurtulmanın en önemli aracı eğitim olsa bile eğitime ulaşmanın önündeki en büyük engel de yoksulluk oluyor. Dolayısıyla yoksulluk ve eğitim arasındaki ilişki yapısal reformların, yaygın kamusal eğitimin ve ulaşılabilir eğitim altyapısının yokluğunda bir kısırdöngüye dönüşüyor. Bu durum bugün bütün dünyada, ama özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gözlemleniyor. UNICEF 2020 yılında yayınladığı raporda çok boyutlu yoksulluğa maruz kalan çocuk sayısının pandemiyle birlikte belirgin bir biçimde arttığını ve 1.2 milyara ulaştığını açıkladı. Sorun sadece yoksulluğa maruz kalan çocuk sayısının artması değil, aynı zamanda yoksulluğun derinleşmesi, eğitim, sağlık, barınma ve temel ihtiyaçların karşılanması gibi koşullarda daha önce görülmemiş düzeylerde seyretmesi, bir başka deyişle hem nicel hem de nitel bir dönüşüm geçirmesi. Düşük ve orta gelirli ülkelerde pandemiden önce yüzde 57 düzeyinde seyreden öğrenme yoksulluğu, pandemiden sonra yüzde 70 düzeyine kadar yükselmiş durumda. Örneğin bu yüzdelik dilimde yer alan 10 yaşındaki çocuklar basit bir metni okuyup anlama becerisinden yoksun. Bu düzeydeki bir öğrenme kaybının bütün bir kuşağı etkileyeceği ve ciddi bir gelir kaybına, dolayısıyla yaşam standartlarında bir erozyona yol açacağı öngörülüyor. Rapora göre yoksulluk çocukların eğitimden erken kopmasına neden oluyor, eğitimden kopan çocuklar ya çalışmak ya da erken yaşta evlenmek zorunda kalıyor. Birinci durum daha çok erkek çocuklar için geçerliyken ikinci durum kız çocuklar için belirleyici oluyor, böylece kız çocuklar hem sınıfsal hem de toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliğe maruz kalıyor.
Türkiye’de de durum iç açıcı değil. Türkiye’de çocuk yoksulluğu önce pandemiden, sonra da içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ortamından etkilenmiş durumda. Ekonomik krizle, yüksek enflasyon ve pahalılıkla baş etmeye çalışan hanelerin temel ihtiyaçlar dışında vazgeçebilecekleri iki önemli kalem eğitim ve sağlık harcamaları oluyor. CHP Yoksulluk ve Dayanışma Ofisi Koordinatörü ve aynı zamanda Derin Yoksulluk Ağı kurucu üyelerinden Hacer Foggo’nun sürekli olarak gündemde tuttuğu çocuk yoksulluğu, yetersiz besine dayalı gelişim bozuklukları sorunun bir boyutu, diğer boyutu ise bu çocukların hayata borçlu başlaması, geriden başlaması, piyasa yaklaşımının ve savunucularının söylediği fırsat eşitliğine dahil olmaması. Türkiye’de yoksulluk ve eğitim arasındaki ters yönlü ilişki toplumsal cinsiyete dayalı ve bölgesel ekonomik eşitsizliklerle bir arada değerlendirildiğinde farklı bir boyut kazanıyor; Batı bölgelerinde gelir düzeyinin artmasıyla hanelerin eğitime ayırdıkları bütçe payı artarken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da gelir düzeyinin düşüklüğü eğitime ayrılan payın da düşmesine neden oluyor.
Bütün bunlar yoksulluğun eğitimden, fırsatlardan ve sosyal kalkınmadan dışlanmaya yol açtığını gösteriyor; ama daha önemlisi bu kısır döngü yerelden bölgesele, ulusaldan küresele uzanan çok boyutlu ve çok katmanlı bir eşitsizlik yapısına işaret ediyor. Ama bu kısır döngünün yerleşmesine ve kuşaklar arası bir geçiş göstermesine neden olan bir yayılım etkisi de var. Bunu da özellikle eğitim ve istihdam arasındaki ilişkide görüyoruz.
EĞİTİM VE İSTİHDAM
İşgücü piyasasının yapısı, üretim sistemlerindeki yenilikler, uluslararası ticaretin değişen yapısı ve teknolojik atılımlarla sürekli bir devinim halinde. Belli bir dönemde öncü olan işkolları bir zaman sonra katma değer yaratma kapasitesini, karlılığını, dolayısıyla piyasadaki işlevini yitiriyor; buna karşılık değişen piyasa koşulları ve yeni işkollarının ortaya çıkışı işgücü piyasasına yeni katılacak bireylerin yeni vasıflara sahip olmasını, örneğin yenilikçi teknolojiler hakkında bilgi sahibi olmasını, değişen sosyo-ekonomik koşullara uygun beceriler geliştirmesini gerektiriyor. Çağının gereklerini karşılayamayan, temel bilgi ve becerilerden yoksun bireyler sistemde merkezi bir rol oynamak yerine marjinalleşiyor, örneğin karar alma süreçlerinden dışlanıyor, iş güvencesi ve gelir güvencesine ulaşmakta zorlanıyor, düzensiz ya da sözleşmeli işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Güvencesiz istihdamın hâkim olduğu alanlardaki bir başka sorun da çalışanların örgütlü bir mücadeleyle güvence talep edemeyecek kadar derin bir rekabet, bir yaşam mücadelesi içinde olmaları. Etkin bir eğitimle beşerî sermaye inşa edemeyenler için istihdam yoksulluktan çıkmaya yaramıyor, tam tersine bir yedek işçi ordusu, bir çalışan yoksullar grubu ortaya çıkıyor.
Yoksulluktan çıkış ve insana yakışır işe, geçimlik bir ücrete ulaşmak için eğitime ulaşmak çok kilit bir noktada duruyor. Bunun için kamusal eğitimin sosyal, ekonomik ve bölgesel farkları aşacak bir biçimde erişilebilir olmasının yanı sıra, eğitim içeriğinin de kitleleri güvencesizlikten çıkaracak nitelikte kurgulanması şart. TÜİK’in 2021’de yayınladığı Eğitim Harcamaları İstatistikleri’ne göre 2020 yılında eğitim harcamasının gayrisafi yurtiçi hasıladaki payı yüzde 5,4, yapılan eğitim harcamalarının yüzde 74,7’si devlet tarafından yapılmış, ancak devlet harcamalarının büyük bir kısmı ortaöğretim için değil, yükseköğretim kurumları için kullanılmış. Eğitim-Sen ise 2021 yılında yayınladığı Eğitimin Durumu raporunda Türkiye’nin okul öncesi eğitim göstergelerinde OECD ülkeleri arasında sonuncu olduğunu vurguluyor, eğitim alanında bölgesel ve cinsiyetler arası eşitsizliğin yanı sıra, devlet ve özel okul ayrımının neden olduğu eşitsizliklere, imkanlardaki farklılıklara ve devlet okullarında meslek liseleri, imam hatipler ve açık liseler gibi statü farkları yaratan çeşitliliğe dikkat çekiyor. Daha hayatlarının başında bu kadar eşitsizliğe maruz kalan çocukların eğitimlerinin ilerleyen aşamalarında döngüyü kırmaları, kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak becerileri geliştirmeleri, güvenceli istihdama ve insanlık onuruna yakışır bir yaşam standardına ulaşmaları ancak istisnai bir durum oluyor. Çocukların maruz kaldığı çok boyutlu yoksulluk hem onların hem de ülkenin geleceğini tüketmiş oluyor.
SİSTEMİN KİLİT TAŞI ÖĞRETMENLER
Yoksulluk, eğitim ve istihdam, tamamlayıcı bir biçimde bir arada işleyen ve sosyal kalkınmada anahtar rol oynayan üç önemli politika aracı. Yoksulluğa yönelik uygulanacak politikalar kaçınılmaz olarak eğitime ve istihdama da yansıyacak. Benzer bir biçimde kamusal eğitimi güçlendirecek ve yaygınlaştıracak reformlar yoksulluktan çıkış ve insana yakışır bir işe ulaşmada önemli rol oynayacak. Bu çerçevede eğitim sisteminin söz konusu reformları hayata geçirmesini sağlayacak, sosyal kalkınmaya doğrudan etki edecek en önemli aktörler de öğretmenler oluyor. Merkezden belirlenen politikalar yerelde öğretmenler aracılığıyla kitlelere ulaşıyor, öğretmenler bilginin aktarımından, çocukların pedagojik gelişimine, sistemsel sorunlardan kaynak ihtiyacının belirlenmesine kadar birçok noktada anahtar bir konumda bulunuyor. Bir öğretmen çocuğu ve çocukluğunun önemli bir kısmı “Öğretmenler Odası”nda geçmiş biri olarak öğretmenlerin aralarında para toplayıp çocukları giydirdiğini, annesiz babasız çocuklara anne baba figürü olduğunu, yeri geldiğinde evden kaçan ergenin peşinden otogara gittiğini, eve döndürdüğünü bilirim. Öğretmenlik hiçbir zaman sadece müfredatı aktarma işinden ibaret olmadı. Çocuk yoksulluğuyla mücadele, eğitim kalitesi ve istihdama yönelik öncelikli alanların saptanmasında, bunlara yönelik politika araçlarının belirlenmesinde ve hayata geçirilmesinde öğretmenler saha deneyimlerinden sahip oldukları bilgi kaynağıyla ve yenilikçi yaklaşımları hayata geçirme imkanlarıyla sistemin dönüştürücü aktörleri olabilirler. Bu nedenle 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde eğitim merkezi konumunu vurgularken öğretmenlerin de bu süreçte etkin aktörler olarak haklarının teslim edilmesi, hak ettikleri itibarın verilmesi gerek.