YAZARLAR

'Yolun karanlığı olmaz, iyi bir arkadaşla yürüyene'

Karabuda’ların yaşadıklarını ve özellikle Neruda ile dostluğunu anlatmaktan vazgeçmemesi için kendi bellek arşivimden ve onların da doğal olarak tanıdığı Yunan şiirinin büyük ozanı Yannis Ritsos ile Atina’daki evinde geçen birkaç saatimden söz açtım.

'Yolun karanlığı olmaz, iyi bir arkadaşla yürüyene.' 

Neruda

“Gelecek bilinmeyen; geçmişse, acısı tatlısı, iyisi, kötüsüyle koskoca bir ömürdür. Bellek arşivimizden hatırlamak istediğimiz an ve olayın dosyasını çıkarır, o günlerin tadı, heyecanı neyse ona göre tekrar yaşarız.”

Gazeteci, yazar, TV, belgesel film yönetmeni sevgili Güneş Karabuda’nın yukarıdaki bu sözleri beni klavyenin başına davet etti. Güneş Karabuda İsveç televizyonu için çalışmış, dünyanın birçok ülkesinde yaşanan acılara, mücadelelere tanıklık etmiş ve sayısı 100’ü aşkın belgesel film yapmıştı…

Güneş Karabuda  ve eşi, gazeteci-yönetmen Barbro ile on dört yıl önce Antalya Altın Portakal Film Festivali belgesel yarışması jürisinde birlikteydik. Kahvaltıda başlayan ve tüm gün süren ‘benim şanslı günlerim’i hatırladım…Meğer son buluşmaymış…çünkü onları İsveç’e yolcu ettikten sonra, bir kez daha göremeyecektim.

Güneş ve Barbro Karabuda, yaşam boyunca kamera ve kalem ile gerçeği gösterdiler, gerçeği anlattılar.

Şanslıydım iki çağ tanığı aydın insan ile birlikteydim. Güneş Karabuda’ya göre onun geçmişi “‘dram, trajedi, komedi, polisiye, şiddet, romantik, duygusal’ ne ararsanız bulacağınız eski ‘filmlerle’ doludur.”

Nasıl mı? Demokrat Parti’nin önlenemeyen yükseliş ve düşüşü, Küba Devrimi, Che’nin öldürülüşü, 68 Paris Olayları, Vietnam Savaşı, Endonezya soykırımı, Allende’nin Şili’si, Bardot, Delon, Gabin’in Paris’i,  Giacometti Modigliani ve Mübin’in Montparnasse’ı, Palme’nin öldürülüşü, Yaşar Kemal’in Çukurova’sı” gibi portreler ve olaylarla, alçakgönüllüce  “göz tanığı ve kulak misafiri” olarak geçmiştir… Bu iki güzel insanın tanık oldukları, yaşadıkları ile bilgi açlığımı doyurmanın fırsatıydı, eğer anlatırlarsa Decameron’da olduğu gibi on gün boyunca hikayelerini sıkılmaksızın dinleyebilirdim… Sonuçta renkli konuşmaları ile merakımı giderdiler, ben ise akıl edip bir kamera ile kaydetmedim…Neyse ki her ikisi de batıda yaşadığı, ve orada yazılı kültür baş tacı olduğu için yaşayıp gördüklerini sadece sofra muhabbetlerine sığdırmamış, kitaplaştırmıştı.…

Yine de Karabuda’ların yaşadıklarını ve özellikle Neruda ile dostluğunu anlatmaktan vazgeçmemesi için kendi bellek arşivimden ve onların da doğal olarak tanıdığı Yunan şiirinin büyük ozanı Yannis Ritsos ile Atina’daki evinde geçen birkaç saatimden söz açtım.

Yannis Ritsos

Özellikle 1967-74 yıllarındaki askeri diktatörlük karşıtı eylemlerin, faşizme karşı direnişin sembolü, “İnsanın, kişinin evrensel insanlık durumlarının, iç hesaplaşmalarının şiirini yazan” (Salih Bolat) Ritsos’u ‘barış’ etkinliği için birkaç arkadaşımla Atina’da olduğumuz günlerde, olurunu alarak ziyaret etmek istediğimiz bilgisi kendisine ulaştırılmıştı.

Yannis Ritsos yetmiş bir yaşındaydı, gece de olsa mütevazi bir apartmandaki dairesinin kapısını bize açmış, tüm dünyada çevrilen kitaplarının arasındaki Türkçe yayınlananlardan sürgün günlerine, “Yunanistan’ı hümanizmanın vatanı olduğu için severim. Kendi dilimle konuşmadığım zaman duygu ve düsüncelerim yoksullaşır. Her ozan bu tedirginliği duyar. Nazım da öyleydi. Yazabilecek kadar Fransızca ve Rusça bilmesine karşın Türkçeden başka dil kullanmadı” diyen (Özdemir İnce), şiirlerini çevirdiği Nâzım tutkusuna dair anlattıklarını dikkatle dinlemiştik.

Eşi birkaç gün için Atina’da değildi, “size tatlı ikram edeceğim” dedi, “durun, zahmet etmeyin” demeye kalmadı, mutfağa doğru kayboldu. Ben de bu ara Picasso’nun armağanı da olan duvardaki onlarca resmi, çeşitli yerlere sıralanmış toplama kampları, Karlovassi’deki (Samos) sürgün günlerinde deniz kıyısından topladığı, üzerlerine resimler yaptığı taşları dikkatle inceledim, hatta dokundum… (Cunta’nın Karlovassi’de hapsettiği küçük evinde Ritsos’la buluşmasını, yaptığı söyleşiyi canlılıkla anlatan ve şiirlerini çevirerek bize kazandıran Özdemir İnce’nin yazısı Ritsos’u daha yakından tanımak için gerçekten çok aydınlatıcı…)

Şair Yannis Ritsos sürgün günlerinde Samos’ta topladığı taşlardan birini tuval üzerine gibi resmederken

Mutfaktan çıkan Ritsos “sizce nedir?” diye sorduğu tatlı tabaklarıyla salona girdi. Birkaç deneme yaptık, kimse doğru yanıt veremedi… Patlıcan reçeliydi. Kökeni Smyrna olan bu reçeli bir Ege’li olarak benim bilmemem ise herkesi çok şaşırtmıştı… ’Patlıcan’ sözcüğünü duyunca Güneş Karabuda gülümsedi ve “unutturma” dedi. “Ben de sana bir patlıcan hikayesi anlatacağım.”  Elbet unutturmayacaktım.

Açık söylemeli, benim derdim onlara şair Neruda ve Allende’yi anlattırmaktı… Neruda’nın şiirlerinin bazı dizeleri gibi, Il Postino/Postacı (1994) filmindeki Neruda sahneleri de gözlerimin önünden hiç ayrılmamıştı…

Postacı filminde Mario Ruoppolo küçük bir ada köyünde yaşayan, baba mesleği balıkçılığı yapmak istemeyen içine kapanık, yoksul bir insandır. Geçici olarak işe alınacak bisikletli postacı aranmaktadır.  Posta bürosuna başvurduğunda “Okuma yazma bilir misin? Cala di Sotto’ya mektup götürecek birine ihtiyacımız var… Ama sadece bir adres var. Tüm iş Sinyor Pablo Neruda’ya gelen ya da giden mektuplarla ilgili.” yanıtını alır.

Mario - Pablo Neruda? Kadınların sevdiği şair mi?

Postane müdürü - Pablo Neruda, insanların sevdiği şairdir.

Mario - İnsanların, fakat aynı zamanda kadınların da. Bir haber filminde duydum.

Postane müdürü - Pekala fakat çoğu kimseye göre, o bir komünist! Tamam mı? Maaşın çok düşük biliyorsun… Postacılar bahşişlerden kazanır. Fakat tek bir evle en fazla haftada bir sinema ücretini çıkarırsın.

Postacı, Il Postino

Hikâyenin gelişen bir yerindeki şu konuşmalara ne dersiniz?

Mario - Bende şair olmak isterdim.

Neruda - Hayır, postacı olmak daha orijinal bir şey… Çok yürümen gerektiği için şişmanlamazsın. Biz şairler hepimiz şişmanızdır.

Mario - Doğru fakat şiirle kadınları kendime aşık edebilirdim…

***

Neruda - Sana kitaplarımı verdim, ama şiirlerimi çalıp kullanmana izin vermedim. Hele Matilde için yazdığım şiiri Beatrice’e vermiş olduğunu düşünürsen.

Mario - Şiir onu yazana değil, ona ihtiyacı olana aittir.

Neruda’nın “adanın en güzel şeyi ne?” sorusuna, Mario "Beatrice Russo" diyecektir

Belleklerde “iyi, incelikli, naif, romantik ve şiir kıvamında” oluşu ile iz bırakan film, çekimler nedeniyle kalp ameliyatı erteleten muhteşem oyuncu Massimo Troisi’nin çekimler bittikten bir gün sonra kalp krizi geçirerek ve filminin başarısına tanık olamadan göçüp gitmesi ile ayrı ama acı bir iz bırakır.

Güneş Karabuda kısa zamanda Neruda’nın can dostlarından biri olmuş, köy, kasaba, adım adım dolaşmışlar, Neruda’dan 20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir şarkı kitabından okuduğu şiirleri dinlemişti.

Allende’nin 1970 Başkanlık seçimlerinde oyların yaklaşık yüzde kırkını alması ve Başkan olmasının ertesinde dünyanın gözünü çevirdiği Şili’ye, Güneş Karabuda da gözlerini çevirmişti. İlk kez bir sosyalist politikacı Cumhurbaşkanı seçilmişti… Bu tarihi dönemi yerinde yaşamak için kendi sözleriyle pılıyı pırtıyı toplayıp ailece Şili’ye taşınmıştı.

Şili'de ABD tarafından 11 Eylül 1973 günü öldürülmeden önce sosyalist Salvador Allende 'Toplumsal değişim sürecini durdurmaya ne cürümün ne de zorun gücü yeter. Tarih bizimdir, çünkü tarihi halk yazar...' diyecektir

Bir milyona yakın insanın toplandığı Buenos Aires meydanlarında Allende’nin heyecanlı konuşmalarını dinlerler. Ama aradan uzun zaman geçmeden ne üzücüdür ki Başkanlık sarayında öldürülüşünü de izlerler. Salvador Allende’nin ve Victor Jara’nın  dudaklarında şarkıyla ölümü, kansere yakalanmış Neruda’nın moralini iyice yitirmesine ve çökmesine neden olur. Hastanede her şey altüst olmuştur, antibiyotik yoktur. Hasta bakıcılar yetersizdir. Dahası, halkın mutluluğu, eşitlik ve adaletin hüküm sürdüğü bir hayat beklentisi yok edilmiştir. Meksika büyükelçisi, Başkan Luis Echeverria’dan bir öneri gelir, Neruda’yı özel uçağıyla Şili’den aldıracaktır. Neruda’nın arabasına el konmuş, şoförü tutuklanmış, Santiago’daki evi yağma edilmiştir. Neruda’ ülkesinden ayrılmak istemeyecek ama Allende’nin öldürülüşünden sonra sadece 12 gün dayanabilecektir.

“Şimdiyse ölüme hazırım

Beni saran bir elbise gibi

Sevdiğim renkten

Boyu posuma tıpatıp; uygun

Ve benim için gerekli olan

Beni saran bir elbise gibi!”

Bu can sıkıcı olayı geride bıraktıran tek şey, cisminden kurtulunsa da ruhu hep karanlık bir gölge olarak Şili'nin üstünde kalan Pinochet’den tümüyle kurtulma anı, 19 Aralık 2021’de sol cephenin adayı Gabriel Boric’in Başkanlık seçimlerini kazanmasıyla gerçekleşir. Mart 2022'de iktidarı devralan Boric’in programının başlığı “Daha iyi yaşamak için yeni bir Şili” sloganıdır… Güneş Karabuda’ya bulutların üstünde olsa da bu güzel haberi verdikten sonra, şimdi gönül rahatlığıyla onun anlattığı patlıcan hikayesini aktarabilirim.

Pablo Neruda, "Ağır ağır ölürler; okumayanlar, müzik dinlemeyenler, vicdanlarında hoşgörüyü barındırmayanlar.

O yıllarda İsveçliler, dolayısıyla o sıra nişanlı olduğu Barbro  ne patlıcanı ne de yemeklerini tatmış bile değildir. Ama anlatacağı olay, İsveç’te değil İstanbul’da iki katlı külüstür bir apartmanın kiralık izbe katında oturdukları sırada gerçekleşir. O günlerdeki olanaklarıyla, karanlık, rutubetli küçük bir daireyi kiralayabilmişlerdir. Günün birinde bu kasvetli havayı biraz olsun dağıtmak için Barbro’ya patlıcan kızartması yapmayı düşünmüştür.  Manava gidip, topan patlıcanlarla eve dönmüştür. Barbro ilk kez gördüğü patlıcanı ilgi ve hayretle süzmüş, nasıl yenildiğini sormuştur. “Biraz bekle görürsün.” diyecektir. Patlıcanları bir gazete kâğıdı üzerinden ince uzun dilim keserek bırakır, yemek saatini bekler. O arada Barbro harıl harıl evi toplamaktadır. Vakit gelince, kızartma için mutfağa girdiğinde, patlıcanlar yerinde yoktur. Barbro’ya sorduğunda “O kabukları mı? Onları çöpe attım.” yanıtı alacaktır… Güneş Karabuda bu olayı izleyen uzun yıllar, “ne zaman tavada kızarmış patlıcan yesek, bu olayı gülerek anımsamadan edemeyiz.” diyecektir. Unutmadan, Barbro gazetecilik mesleğini bağımsız ve dürüst bir şekilde yerine getirirken 1957 yılında İsveç’te yazdığı kitap nedeniyle dört beş kez Türkiye’de göz altına alınmış, sorguya çekilmiştir.  Güneş ile bu zorlukları paylaşmış Barbro’nun kitabı” Türkiye İkinci Vatanım” adını taşımaktadır….

Yaşar Kemal’in sözleriyle, ”Elinde şimşek gibi kamerası, kalemleriyle ve eşiyle. Güneş büyük bir birikimdir. Bir insanlık, bir sevgi, bir dostluk birikimidir.”

Her şey bahane, asıl amacım bu aydınlık, güzel insanlara, Güneş ve Barbro Karabuda’ya ‘unutmadık!’ diyebilmekti…

***

Adını yazıda geçirdiğim için, merak edenlere tarifi:

Patlıcan Reçeli

1/2 kg. küçük boy patlıcan

4 su bardağı şeker

3 su bardağı su

1 yemek kaşığı karbonat

1 adet karanfil

1 adet tarçın

Yarım limon suyu 

1 tutam nar çiçeği (renk vermesi için)

Patlıcanları soyun. Bir kapta karbonatlı suda iki saat bekletin. Patlıcanları bol suyla yıkayıp süzün, bir tencerede kaynayan suyun içinde 4-5 dakika kaynatın. Patlıcanları sudan çıkartıp, soğuk su içine atın, kurulayın. Bu işlemi birkaç kez yapın. Şekeri ve suyu bir tencerede kaynatın, içine tarçın atın. 8-10 dakika sonra tarçını alın, karanfil, nar çiçeği (yerine bir bardak nar suyu) ve limon suyunu ekleyin. Patlıcanları şurup iyice koyulaşana kadar pişirin.


Oğuz Makal Kimdir?

Sinema alanında ilk doktora yapan öğretim üyesi. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesör oldu. Yemek ile sinema arasındaki ilişki yeni ilgi odağı, bu alanın filmlerini ve toplumsal-kültürel tanıklıklarını kitaplaştırmak için araştırmaya devam ediyor. Sinema Tarihi, Film Kuramı, Türk Sineması, Sinema ve Diğer Sanatlar, Sinema ve Tarihi İlişkisi gibi dersler veren, tezler yöneten Makal, Uluslararası İzmir Film Festivalini kurdu, 2001 yılına dek on bir yıl yönetti… Kısa, uzun, belgesel filmler yaptı, son yıllardaki birkaç belgeseli: El Cezeri, Eğitmenler, İstanbul’da Bir Gizli Bahçe-Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi, Uzak ve Yakın, Suriye Mutfağı İstanbul’da, Merdiveni Arayan Adam. Bazı kitapları ise: Sinemada Yedinci Adam, 1895-1950/İzmir Sinemaları Tarihi, Fransız Sineması, Beyazperde ve Sahnede Nazım Hikmet, Sinemada Tarihin Görüntüsü, Yönetmenleri ve Filmleriyle Gülmenin Sineması.