YAZARLAR

Youtuber Dede’nin gündüz düşleri ve devlet aklı

Bay Devlet’in de devlet aklının şekillendiği hegemonyayı üreten, onu toplumu da bağlayacak şekilde devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü kavramı etrafında ören ve devlet fetişizmini inşa eden (organik) aydınlardan biri olduğunu da unutmamak gerekiyor. Siz de, devlet aklının hair-desiner’larından biri olarak Bay Devlet’ten çok şey beklemeyin.

Bir varmış, bir yokmuş... Allah'ın kulu çokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, kaf dağının ardında, “Türkiye” namıyla maruf bir masal ülkesinde bir Youtuber Dede yaşarmış. Asabî, donuk bakışları, ağır ve vakur yürüyüşü, kruvaze ceketi ile Youtuber Dede, kâh muhalefet liderlerine küfürler eder, kâh kendisine soru soran gazetecileri diliyle döver amma en çok da video çekmeyi, tumturaklı sözler etmeyi, büyük laflar edip büyük lokma yemeyi severmiş. Youtuber Dede bir video çekmeye görsün; güzeller güzeli bu masallar ülkesinin ak sakallı erenleri, eli klavye tutan kel kafalı akıldâneleri kafa kafaya verip anlamaya çalışırlarmış Youtuber Dede’nin merâmını. Zirâ hoş konuşurmuş, boş konuşurmuş ama asla boşa konuşmazmış Youtuber Dede. Pîr-i fânî Youtuber Dede’nin yeni bir videosu fâşolmaya görsün; “Akıllı adamdır, vardır elbet bir bildiği ulu bilgenin!” der ak sakallı erenler, kel kafalı akıldâneler, anladıklarını bir iyice anlatmaya gayret ederlermiş marabaya; neyderlerse etsinler anlamadıklarına da “Devlet aklı!” der geçerlermiş. Günlerden bir gün, “Vakit tamam” demiş Youtuber Dede, çektiği son videosunda. Ol akıldâneler şaşkın, ol erenler bîçâre sadece “Bu idrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez, / Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez!” diyebilmişler; “Devlet aklıdır, devlet aklı, korkacak bir şey yok!” diyerek geçiştirmeye, zaten söylenenlerden zırnık bir şey anlamayan Türkiye marabasını sakinleştirmeye, avutmaya çalışmışlar.

DEVLETİN AKLI(1)

Bakmayın siz Demokrasi Yoluna Dönüş Forumu’nda Özgür Özel’in “…devletin bir aklı olduğunu düşünmeye başladığınızda aklı olduğuna göre kalbi de var; kalbi olduğuna göre dolaşım sistemi de var; o zaman enerjiye de ihtiyacı var; atıkları var. Atıklarını yönetmelisiniz, enerji ihtiyacını karşılamalısınız, bir şeyler yemesini kabullenmeli[siniz]” dediğine; elbette devlet aklı vardır; elbette “Devlet Bey’in aklı”ndan bahsetmiyorum; Allah bizi onsuz bırakmasın, başımızdan eksik etmesin, o bizle biz onla eğleniyoruz, gül gibi yaşayıp gidiyoruz da benim bahsetmek istediğim devlet aklı, Bay Devlet’in değil devletin aklı.

Beka, devlet aklı dediğimiz şeyi anlayabilmek için önemli kavramlardan biri. Bir boşgösteren olarak devletin bekasıdevlet aklının çalışma dinamiğini; bu aklın (gûyâ) yöneldiği hedefi çizer. Unutmadan ekleyeyim; Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine’de (2007) ele aldığı sıfır (rakamı) benzetmesinden yola çıkılırsa beka, münhasıran bir anlama sahip olmayan bir boş (gösterileni olmayan) gösterendir (tıpkı adalet, komünizm, düzen, devrim ya da bağımsızlık kavramları gibi), bir düğüm noktasıdır (nadal point). Beka, Laclau’nun teşbihini devam ettirecek olursak, sıfır rakamı gibi kendi başına bir anlam ifade etmez ve bir yokluğu temsil eder ama tarihsel süreç içinde farklı farklı tanımlara sahip olarak, farklı farklı gösterilenlere sahip olarak, matematiğin (Türkiye siyasetinin) temeline yerleşir.

Beka, politik süreçte tanımlanmadığı (operasyonel olarak fiile geçirilmediği) sürece bir yüzer-gezer gösteren gibidir; sabit bir anlamı yoktur, söylemsel bir alanda çoğul anlamlar tarafından üst-belirlenen bir tanıma sahiptir. Laclau yüzer-gezer gösteren kavramını popüler gösterenlerin ve bu gösterenlerin artiküle ettiği (eklemlediği) taleplerin muğlaklığını işaret etmek için kullanır. Kuşkusuz ki bir talebin (örneğin adalet, eşitlik, barış ya da beka) –kategorik olarak popüler öznelliğin oluşması için Laclaucu anlamda bir çıkış noktası olduğu göz önüne alındığında– neden yüzer-gezer hâle geldiği önemlidir. Bu, Laclau’nun da özellikle altını çizdiği üzere bir talebin –ya da diğer bir anlamıyla bir iddiayı başkasına empoze etme girişiminin– çatışmakta olan farklı projelerin eklemleme girişimlerine açık hâle geldiği; kimseye ait olmayan sularda yüzmeye başladığı bir momenttir.

Beka dolayımıyla müşahhas olan devlet aklı, öyle sadece “devletin sahip olduğu” ona mündemiç bir akıl olarak kalmaz. Orada üretilen (sözde) aklın tüm toplumu bağlaması, devlet aklının topluma sallanan bir parmak, toplumu (oluşturan her bir bireyi de) da bağlayan bir emir haline gelebilmesi için devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü diye bir hikâye de üretirler hegemonya sahipleri. Hegemonya mı? Bir nevi, politik, entelektüel ve ahlâkî önderlik işte. Devlette Hegemonya İncelemesine Giriş’inde Nicos Poulantzas onu, hegemonik sınıf ya da fraksiyonun diğer sınıf ve fraksiyonlar üzerindeki özel bir egemenliği olarak(2) tanımlıyor. Malum, egemen sınıf, bir sınıf ve fraksiyonlar koalisyonu. Bu koalisyon, iktidar bloğunu mümkün kılar. Bu sınıf ya da fraksiyonlardan en kodamanı da bu hegemonyayı, biz ona hadi devlet aklı diyelim, servis eder.

Gramsci, hegemonyanın tarihsel blokta ifade bulduğunun altını çizer. Bizim hoca takımı, televizyonlarda boy gösteren ya da göstermeyen ekonomi uzmanları, politika esnafı, ezcümle beyaz yakalı üretir bu hegemonyayı. Bob Jessop’un Devlet Teorisi Kapitalist Devleti Yerine Oturtmak(3) kitabında da ifade ettiği gibi, devletin aklının çalışması -hadi devletin aklının başına gelmesi için diyelim biz buna- malî, sınâî, ticarî, sermayenin alayının, tüm fraksiyonlarının bu hegemonya şemsiyesi altında yek vücut olması gerekmektedir.

Devlet’in bekası düşüncesi sadece (boş) gösteren-gösterilen ve onun hegemonya dolayımında yeniden, yeniden üretimi açısından değil bekanın bir anlamda egemenliğin tanımıyla alakalı oluşuyla da ilgilidir. Bir başka açıdan ifade etmek gerekirse, bekanın hegemonya bağlamında ne olduğuna karar vermek yani istisna hâlini belirlemek imtiyaz/hegemonyasına sahip olmak bize hem egemenin/hegemonun kim olduğunu söyleyebilecek hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ikili (norm ve önlem Türkiye cumhuriyetleri) karakterini tartışabilmemize izin verecektir: Çok rahatlıkla Türkiye Cumhuriyeti’nde egemenliğin kayıtsız şartsız; fenâ ve bekanın ne olduğuna, fenâyı savmak ve bekayı tesis etmek için neler yapılması gerektiğine, istisna hâline -yani anarşi/terörün ne olduğuna, anarşist/terörist/bölücülerin kimler olduklarına hatta onlardan hangilerinin özel bir izinle hapishaneden salıverilerek bir Meclis grup toplantısında konuşma yapabileceklerine ve onlarla nasıl ve niçin mücadele edilmesi gerektiğine- karar verenlere ait olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Schmitt de egemenliği bizzat bu (müstesna hâle) karar verme süreci üzerinden okumaktadır -ki onun kullandığı şekliyle kavramların içeriğini doldurarak söylemek gerekirse baki devlet bir sıkıyönetim devletidir.

Yukarıda sıralanan ayrım bizi Ernst Fraenkel’in İkili Devleti’ndeki norm devleti ve önlem devleti ayrımına da götürür. Fraenkel’den yararlanarak biri norm diğeri de önlem Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmak üzere, birbirinden farklı ama iç içe iki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden söz edebiliriz. Norm-TC, bir hukuk (anayasa ve yasalar) sistemiyle tanımlı kapitalist ulus-devlet formunda örgütlenmiş bir aygıt-devlet, bir -Sartre’ın Varoluşçuluk’undan yardım alarak söylemek gerekirse- “şey-devlet” (being in-it-self, en soi, kendinde devlet) iken önlem-TC, “kendisi için” (being for-it-self, pour soi) bir amaca (beka) ve akla sahip olan ve istisna hâline, olağanüstü hâle karar veren bir kutsal-devlet, bir devlet-i ebed-müddettir.

Doğu’nun omnipotent Devlet’i, kendi varlığının bilincine sahip olduğu gibi kendi varlığını korumak için “önlem” de alır. Norm devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti ne kadar Batılı “form”da (kapitalist ulus-devlet) örgütlenmiş ise de bir önlem Devleti olarak -kökleri o kadar Doğu’nun kâdir-i mutlak, ebed-müddet, despotik devleti “form”unda örgütlenmiştir. Önlem Devleti’nin istisna hâlinin sınırını çizen, olağanüstü hâli gerekli kılan beka (kaygısı), Doğulu kâdir-i mutlak Devlet’in formu içinde üretilir. Norm devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti ne kadar prosedürel bir kamu kurumu (aygıt-devlet, şey devlet) ise önlem Devleti olarak da o kadar milletin teşkilatlanmış hâli ve tarihsel taşıyıcısı olan omnipotent bir devlettir. Norm devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti ne kadar hukuk devleti ise Doğulu despotik bir önlem Devleti olarak da o kadar hukukun ötesinde -Heper’in de Türkiye’de Devlet Geleneği’nde (2015) sıklıkla vurguladığı gibi- aşkın (trancendental)dır. Özetle Türkiye Cumhuriyeti Devleti beka kavramı ve bekayı günümüzde fiile geçiren onu işlevselleştiren vahdet-i devlet ile ilişkilendiği ölçüde -Carl Schmitt’in Siyasî İlahiyat’ta (2010) kullandığı anlamda- bir istisna hâlini belirleyen, olağanüstü hâle karar verebilen bir –“devlet” değil- “Devlet” olarak egemen ve hukukun ötesindedir. İstisna hâline karar vererek bekayı koruma (önlem-TC) bir anlamda devletin bekasını temin zarureti nedeniyle başvurduğu necessitas non habet legem (kanun üzeri olma kanunu) kuralı olarak kendini gösterir. Agamben’in de İstisna Hâli’nde (2006:9) François Saint-Bonnet’in L'état D'Exception’undan yardım alarak çizdiği gibi “…istisnanın dayandığı zorunluluk hâlinin hukukî biçimi olamayacağını” kesinleyen yazarlarca böyle bir kuramın meşruluğu yadsınmakla kalınmıyor, terimin siyaset ile hukuk arasındaki sınırda yer alan konumunun tanımlanması da güçleştiriliyor. Gerçekten de, yazara göre, yaygın bir görüşe göre istisna hâli; "…kamu hukuku ile siyasal olgu arasında bir dengesizlik noktası” oluşturmaktadır. Agamben’in istisna hâli; “…tıpkı iç savaş, ayaklanma ve direniş gibi, ikircikli ve belirsiz bir sınır çizgisinde, hukukî olan ile siyasal olan arasındaki kesişme noktasında… konumlanır. Sınırlar sorunu daha da acil hâle getirir… istisna hâli, yasal biçimi olamayan şeyin yasal biçimi hâlini alır. Öte yandan, eğer istisna, hukukun onun aracılığıyla yaşama gönderme yaptığı ve kendini askıya alarak yaşamı bünyesine kattığı özgün araç ise, o zaman bir istisna hâli kuramı, canlıyı hem hukuka bağlayan hem onu terk eden ilişkinin tanımlanması için ön koşuldur.”

Agamben’in hukukî ve siyasî olanı birbirinden ayıran sınır çizgisi olarak istisna hâli, tam da Fraenkel’den mülhem kavramlarla tanımı yukarıda da tartışılan önlem-T.C. ile norm-T.C.’nin ya da Sartre’dan ödünç alındığı şekliyle şey-devlet (kendinde devlet) ile kutsal-Devlet (kendisi için Devlet) arasındaki sınır çizgisini de oluşturur. İstisna hâlini- Foucault'dan farklı olarak modernliğin değil geçmişten günümüze bu siyasetin tezahürü olarak gördüğü- biopolitika kavramı ekseninde ele alan Agamben’den farklı bir düzlemde konuyu tartışsa da bir kamu hukukçusu gözlüğü ile sorunu okuyan Schmitt’in egemenin tanımına getirip yerleştirdiği olağanüstü hâl de bu tartışmaların mücavir alanına gelir yerleşir. Schmitt olağanüstü hâl ile egemeni tanımlar; Agamben ise Kutsal İnsan: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat’ta yaptığı gibi, egemen iktidarın üzerindeki tüm örtüleri kaldırır ve onun aslında hiç de göründüğü gibi haklarımızı korumak vb. amacı taşımadığını ispata koyulur.

Özetle, Agamben’in dikkatimizi çektiği husus, sadece böyle bir sınırın varlığı ve bu sınırı koyanın egemen oluşu değildir; ona göre üstelik bu sınır “…siyasal belirsizlik veya nedeni her ne olursa olsun bir kriz durumunda, siyasal düzenin devamının sağlanması adına hukukun kendini askıya alması[na]” da imkân tanır ve önemli olan “…istisna hâlini tanımlayan ve uygulayan gücün meşruiyetini nereden aldığı meselesidir.” Üstelik “…istisna hâlinin, yani krizle veya belirsizlikle kesintiye uğrayan toplumsal işleyişin devamını sağlamaya yönelik yasasızlık veya boşluk hâlinin, günümüzde artık sürekli bir hâl almış, yani yasasızlığın veya boşluğun artık normal bir durum hâline gelmiş olmasıdır. İstisna hâlini tanımlayan bir nitelik olarak yasasızlığın-hukuk dışılığın bir yasaya ve hukuka dönüşmüş olması[dır.]” Bir başka ifadeyle, istisna hâli bir kuralın istisnası olarak müstesna bir durumu ifade etmez; aksine, müstesna durumun kendisi müesses olur kural-olarak-istisna durumu ortaya çıkar.

Schmitt de Agamben de olağanüstü/istisna hâllerini hukukun tam olarak dışına yerleştirmezler. Bu Schmitt’in The Concept of the Political’da (1976) çizdiği dost ve siyasal düşman (hostis) ile Agamben'de ise Kutsal İnsan: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat’ta kullandığı homo sacer benzetmesi ile yapılır. Schmitt dost-düşman ayrımını siyasal kavramını açıklayabilmek için kullanır. Ona göre, bu kavramlar somut ve temel anlamları çerçevesinde ele alınarak anlaşılmaya çalışılmalı ve ekonomik moral ya da başka herhangi bir kavram/kavramlarla birlikte düşünülerek içeriği zayıflatılmamalıdır. Schmitt dost ve düşman kavramlarının bireysel duyguların ve eğilimlerin psikolojik ifadesi olmayıp anlamlarının özel duygular içinde anlaşılmaya çalışılmasına da karşı çıkar. Çünkü (siyasal) düşman ne ekonomik anlamda rakibe ne de entelektüel anlamda muhalife indirgenebilir. Siyasal düşman moral olarak kötü, estetik olarak çirkin olmak zorunda da değildir fakat o, yani düşman, bir diğeri (the other) ve bir yabandır (the strange). Schmitt, siyasal birliğin ifade edilmesini müteakip, birliğin içinde barışın sağlanabilmesi için bir iç düşmana (anarşist/terörist/bölücü) karar verilmesinin zorunlu olduğunu söyler ve her devletin iç düşman ilan etmek için birtakım formüller geliştirdiği üzerinde durur.

Schmitt’e göre dost-düşman ayrımı bir mücadele ekseninde belirlenir ve bu belirlenimin olağanüstü hâle ilişkin kararı birbirleriyle örtüşür. The Concept of Political’da Schmitt kritik anlarda, bir iç düşmana karar verilmesi gerektiğini söyler; savaş, siyasî birliğin sağlanabilmesi için siyasal birliğin kaderini belirleyecek önemdedir ve bu savaş anayasanın ve hukukun dışında yürütülmesi gereken bir mücadeledir.

Toparlayalım, Bay Devlet’in aklı ile devlet aklının aynı olmadığında kalmıştık en son. Bunlar aynı değil ama, Bay Devlet’in de devlet aklının şekillendiği hegemonyayı üreten, onu toplumu da bağlayacak şekilde devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü kavramı etrafında ören ve devlet fetişizmini inşa eden (organik) aydınlardan biri olduğunu da unutmamak gerekiyor. Siz de, devlet aklının hair-desiner’larından biri olarak Bay Devlet’ten çok şey beklemeyin. Oturup bir şeyler çiziktirecek, yazıp çizecek değil ya; o da Türkiye siyasetinin Youtuber Dede’si olarak abuk videolarıyla -bu vesileyle- memlekete hizmet ediyor!


NOTLAR: 

(1) Türkiye'nin 1980'li Yılları, Derleyen: Mete Kaan Kaynar, Devlet Aklı (syf: 187-227) İletişim Yayınları,2023

(2) Nicos Poulantzas, “Devlette Hegemonya İncelemesine Giriş”, Poulantzas Kitabı: Seçme Yazılar, Ed. James Martin, Çev. Akın Sarı, Selime Güzelsarı, Ankara, Dipnot Yayınları, 2010, s. 113.

(3) Bob Jessop, Devlet Teorisi Kapitalist Devleti Yerine Oturtmak, Ankara: Epos, s.266. Bu konuda yazarın, “Birikim Stratejileri, Devlet Biçimleri ve Hegemonya Projeleri”, S. Clarke içinde, Devlet Tartışmaları Marksist Bir Devlet Kuramına Doğru (İ. Yıldız, Çev.). Ankara: Ütopya, s.196’ya da göz atmak gerekir.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.