YAZARLAR

Yumuşamanın normları, fabrikanın ayarları

20 yıllık AKP iktidarının sonunda, binlerce Kürt siyasetçi tutuklu, tarihte hiç ulaşılamayan sayılarda insan mülteci konumunda. İşçiler ve emekliler tarihin en uzun süren yoksullaştırma operasyonunun sonucunu her şeylerini kaybettiler. Gençlerin ideali çetecilik ile Youtuber'lık arasında geziniyor, dünyanın en önemli kartelleri Türkiye’ye yerleşmiş ve normalleşme konuşuyoruz.

1- İKİNCİ 28 ŞUBAT ESKİ TÜRKİYE

Kasım 2002’de AKP iktidara geldiğinde, Türkiye’yi 12 Eylül’e taşıyan ve 12 Eylül’den sonra giderek çürüyen iktidar bloğu (Medya-Ordu-Siyaset-Bürokrasi) tümüyle çökmüştü.

Bu çöküntüyü hızlandıran bir kaç olay olmuştu. Bunlardan ilki, Susurluk’ta patlayan cerahat, memleket tarihinin kanalizasyon sistemini göstermişti. Bir kaç yıl sonra, Macaristan’da Mesut Yılmaz’ın bir kumarhanede burnuna inen yumruk ise, mafyanın Sakarya şeytan üçgeninde ya da kanalizasyonda değil, birinci mevkide olduğunu ve güncel siyasete yön verecek kadar güçlü olduğunu gösteriyordu.

Öte yandan, 17 Ağustos’ta Marmara havzasında yaşanan deprem ve artçıları, yalnızca Marmara havzasını değil, memleket siyasetini de, göçüğün altında bıraktı. Enkazın altında kalan on binlerce insana devletin yapabildiği müdahale, cesetleri, kol bacak parçalarını, hafriyatla birlikte çöplüklere dökmek oldu. Yunanistan’dan yardım için gönderilen paraların yardım için değil, Eylül 1999 memur maaşlarının ödenmesinde kullanılmasıyla lacivert giderek koyulaştı ve devlet bürokrasisine sıvandı. Artık yalnızca enkaz altında cesetler değil, devlet bütçesi de çürümüştü ve kokuyordu.

Deprem öncesi Temmuz ayında zaten, Maliye Bakanı Hikmet Uluğbay, devalüasyon söylentileri ve 60 milyar dolar dış borç nedeniyle kafasına sıkmış ama yaralı kurtulmuştu.

99-2000 arası güç biriktiren kriz, Apo’nun Türkiye’ye getirilmesi ve yargılanması, Rahşan Affı, Ankara Genelevi’nin kapatılması ve cezaevlerinin durumu (ölüm oruçları, F-Tipine geçiş, 19 Aralık katliamı) gibi reel ve suni gündemlerle perdelendi.

2001 yılının kışında, 28 Şubat iktisadi krizi ile cumhuriyet tarihinin en büyük devalüasyonu yaşandı ve halk olmadığı kadar yoksullaştı, siyasete yakın çevreler bankaların içini boşalttılar. Bu günlerde meşhur yazar kasa skandalı yaşandı ve Dünya Bankası’nın ikinci başkanı olan Kemal Derviş büyük bir başarı hikayesi olarak Türkiye’ye getirildi ve ekonominin başına geçirildi. İMF, Türkiye’nin krizden çıkışına yardımcı olma karşılığında, neredeyse Osmanlı-İngiliz 1848 ticaret anlaşmasının bütün hükümlerini geri getirdi ve bütçe ile İMF’nin ilişkisi neo-duyunu umumiye olarak tanımlandı.

Artık çiftçiler pancar, tütün, anason gibi temel kalemleri kota ile ekecekler, buğday, arpa mısır gibi düşük gelirli kalemlere devlet desteği kaldırılacak, hayvancılık teşvikleri kısıtlanacak, Tansu Çiller zamanında imzalanan Gümrük Birliği hükümleri biraz daha Türkiye aleyhine bükülecek, kur rejimi ise tümüyle dalgalanmaya bırakılacaktı.

28 Şubat krizinden Kasım 2002 seçimlerine kadar geçen yaklaşık 18 aylık süreçte, Ahmet İnsel’in deyimiyle içe dönük bir sosyal patlama oldu, insanlar kendilerine ve ailelerine karşı şiddet uygulamaya, intihar etmeye ve adi suçlara yöneldiler.

Eski Türkiye’nin sonuna gelinmişti. Kasım 2002 seçimlerinden sonra, DSP-MHP-ANAP koalisyonunun kültür bakanı olan ve marifetleri saymakla bitmeyen Yılmaz Karakoyunlu, vakıayı şöyle özetlemişti: “Silindirden büyük ne varsa üzerimizden o geçti.” Mesut Yılmaz’ın kardeşi Turgut Yılmaz ise “Toplu linç yaşandı bunun analizini iyi yapmak gerekir..” diyerek durumu özetledi.

2- BİRİNCİ 28 ŞUBAT YENİ TÜRKİYE

Rejim, ya da Eski Türkiye’nin yıkılmasını, mafya-kontrgerilla devletinin, iktisadi krizle birleşen deprem felaketinin altında kalması hikayesi olarak okumak, bir bakıma eksik bir okumadır. Rejimi temellerinden sarsan bir diğer mesele de, 28 Şubat 1997’de, Genelkurmay Başkanlığı hamiliğinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu toplantılarından sonra, dönemin başbakanı Necmettin Erbakan ve hükümetin büyük ortağı Refah Partisi’ne irticai faaliyetlerinden dolayı, hükümeti bırakma yönünde telkinde bulunmaları sonucu gerçekleşti.

Eski rejimin sahipleri, irticai faaliyette bulunan İslamcılara, Kürtlere karşı büyük bir haçlı seferi başlattı ve Cumhuriyetin 75. Yılı kutlamaları kapsamında, Kemalizm, irtica illetine karşı sahneye çağrıldı ve Kemalizmin yeni altın çağı, onun için altın vuruşa dönüştü.

Zira, eski rejimin kültürel kodları, göç, yoksulluk, inanç, din, ulus gibi temel meseleleri hâlâ 1920’lerin Türkiye’si penceresinden görüyor ve ulus meselesinin karşısında ‘öteki’ kimliklerin inşaa edildiğini ve kendilerine kamusal alanda pozisyon talep ettiklerini göremiyor, gördüğü kadarıyla da, siyasal linç ile meseleyi halledebileceğini düşünüyordu.

Refah Partisi kapatıldı ve sonrasında Saadet oldu, bir kısım Yeniden Milli Mücadele geleneğinden, bir kısım da Selametçiler içinden gelen “yenilikçi gençler” “Selamet Gömleğini” çıkarıp, neo-liberal dünya düzeni içerisinde, Yeni Türkiye’yi yönetmeye aday oldular.

Devletin mafyatik görüntüsü, içinde bulunduğu iktisadi kriz, başörtüsü krizi ve Kürt halkının kimlik talebiyle giderek derinleşti ve rejim iyice köşeye sıkıştı.

Fakat asıl ironi, 12 Eylül rejiminin halefi olarak parlamentoda bulunan partilerin tamamı, yıllarca konforunu yaşadıkları yüzde 10 barajına takılarak parlamento dışında kaldılar ve böylelikle, Yeni Türkiye’nin ve Yenilikçi Gençlerin önü tamamen açılmış oldu.

Ya da bugün yumuşaması murâd edilen, o zamanın cedid mücahidi gençleri, demokrasicilik dükkanını açmış oldular. Daha doğrusu, Turgut Özal’ın yapıp işletip Demirel’e devrettiği fabrikanın yeni sahipleri Tayyip Erdoğan, Abdüllatif Şener, Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi ‘gençler’ oldu. Dolayısıyla, burada müstakil bir fabrika ve onun süper ayarlarından bahsedemiyoruz. Aslında, 3. Selim’den beri, Tanzimattı, Islahattı, Meşrutiyetti, Cumhuriyetti derken 300 yıldır söylenen lakırdıyı bir tur da bu gençler söylesindi, hepsi bu.

Aslında fena da söylemediler, AB uyum yasaları, demokratikleşme, açılım vb... Hatta TÜSİAD ve onun vakanüvisleri coşa gelip, 2002’den sonra yaşananları burjuva demokratik devrimi şeklinde gözyaşlarıyla selamladılar.

Bu arada, geçenlerde terhis edilen 28 şubat paşaları, bu gençlerin yanına Meral Akşener, Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Murat Başesgioğlu, Erkan Mumcu gibi deneyimli isimleri monte edip eski Türkiye ile yenisini aşılamayı (ya da enfekte mi demeli?) ihmal etmediler.

3-FABRİKA VE NORMLARI

Eskisiyle, yenisiyle, genciyle yaşlısıyla, Türkiye’nin hiçbir problemi AKP’nin erken ya da geç döneminde esastan ele alınmadı, çözülmedi, çözme yönünde bir azim gösterilmedi. Hep zevahir, hep zevahir, hep tribünlere doğru hareketler. Örneğin, Binali Yıldırım ve Çorlu tren kazası, 17-25’ten sonra görevden alınan 4 bakan vakası, milli eğitim müfredatının kevgire dönmesi, pek çok yolsuzluk vakası ve bu vakaların hamisi Unakıtan fenomeni, bugün FETÖ diye hatırladığımız cemaatin ardı arkası kesilmeyen sınav ve atama skandalları hep bu muhayyel fabrika ayarları, yumuşakbaşlı AKP, normal AKP  ya da AKP asr-ı saadeti döneminde yaşandı.

Demokratikleşmenin alamet-i farikası olarak, eski bir SHP’li olan Ertuğrul Günay Kültür Bakanı yapıldı (ve elbette sonra tasfiyesi). Erdal Eren’in, Ahmet Kaya’nın, Cumartesi Anneleri’nin, Romanların isimlerinin zikredilmesi vb.. bir kaç göstermelik tutum gene bu dönemin reklam kokan hareketleri olarak kaldı.

20 yıllık AKP iktidarının sonunda, binlerce Kürt siyasetçi tutuklu, 150 bin civarında insan kamudan atıldı, tarihte hiç ulaşılamayan sayılarda insan mülteci konumunda. İşçiler ve emekliler tarihin en uzun süren yoksullaştırma operasyonunun sonucunda neredeyse her şeylerini kaybettiler. Kadınlar cadı avları dönemindekine yakın bir şeytanileştirmenin nesnesi konumundalar, eğitim ile cehalet arasındaki fark silinmiş, gençlerin ideali çetecilik ile Youtuber'lık arasında geziniyor, dünyanın en önemli kartelleri Balkanları, Latin Amerika’yı bırakıp Türkiye’ye yerleşmiş ve normalleşme konuşuyoruz.

Harika. Ama nasıl?

Osman Kavala’yı bırakarak. Tıpkı, iki 28 Şubat arası Türkiye tarihinin ifrazatının bir tek Ertuğrul Günay manzarası ile kapatılmaya çalışılması gibi bir zevahir operasyonu... Yani, eskisiyle yenisiyle Türkiye’nin normali, modern dünyanın problemli normlarının içinde bile epey normdışı ve hatta arkaik. O klişe deyişteki gibi, mağdur edilmiş milyonların istatistiği, bir (kaç) kişinin trajedisi üzerinden perdelenecek, ki bu tiyatronun oynanmasına bile tahammül edemeyen siyasi liderler ve onların kartel kılıklı taraftarları var.

Osman Kavala elbette serbest bırakılmalıdır ama onun serbest bırakılması mağdur edilmiş, sosyal ölüye döndürülmüş, ağaç kökü kemirmeye davet edilmiş kaç milyon insanın ne kadarının ayıbını örter?


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.