Yurtdışında üniversite eğitimi gerekli mi, bir furya mı?

Yurtdışında üniversite eğitiminin, köpürtülen, üniversite temsilcileri ve aracı firmalar tarafından çocukların ve ailelerinin aklına düşürülen bir konu olduğu konusunda tereddüt ve endişelerim var.

Fotoğraf: Pixabay
Google Haberlere Abone ol

Bu yazı, daha önce genç hekimler açısından değerlendirdiğim göç kavramının üniversite eğitimi için olan dönemine ilişkin. Belki bir eğitimci daha iyi bir değerlendirme yapardı ama benim de söyleyeceklerim var. Uzun zamandır yazmak istiyordum aslında ancak Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin açıklanması ve bugün de mezun grubumuzdan gelen bir mesaj beni yazının başına oturttu. Mesaj, üniversite eğitimi için Hollanda’ya gitmek isteyen, ekonomik gücü yetersiz başarılı bir çocuğumuzun, sadece okul ödemesi olan yıllık onbeşbin Euro’yu kapsayan eğitim masrafları için burs arayışında oluşuyla ilgiliydi.

Geçtiğimiz yıllarda kızımın da bu furyaya katılması ile yurtdışında üniversite eğitimi konusunda epey mesaim oldu. Öncelikle paylaşmak istediklerim şunlar;

- Yurtdışında üniversite eğitiminin, eğitim kurumları tarafından köpürtülen, yurtdışından üniversite temsilcilerinin ve aracı firmaların tanıtım için okullara davet edilip tabiri caizse çocukların ve ailelerinin aklına düşürülen bir konu olup olmadığı konusunda tereddüt ve endişelerim var. Bu sektör, aracı danışmanlık firmaları tarafından önemli bir kazanç kapısı.

- Çocuklar bu furyadan çok etkilenmiş durumda. “Herkes gidiyor ben de gitmeliyim, herkes gitmeye çalıştığına göre benim de gitmem gerekli, geri kalamam” şeklinde çok tehlikeli bir furya var. Bu süreçleri ucundan deneyimlemiş ya da gözlemlemiş olanlar bu konuda çocukların ve ebeveynlerin tutumlarını fark etmişlerdir ki insan psikolojisi, farklı olmaktan içten içe hepimiz kaçınırız. Söz konusu çocuklarımız olduğundaysa hem mutsuzluklarına tahammülümüz yok hem de başarısız olma, başkalarından geri kalma gibi durumlar söz konusu olmaya görsün her birimiz beş panter gücü kuşanmaya hazırız.

-Türkiye’de başarılı çocuğun önünü açacak, üniversite öğrencisi olduğunu hissettirecek köklü üniversiteler var. Kişisel gelişim açısından, kendi ayaklarının üzerinde durabilecek şekilde problem çözme yeteneklerine sahip olabilmek açısından söz konusu yaş dönemini düşündüğümüzde lisans eğitimi bence Türkiye’de yapılmalı, sonrasında isteyen, hedefleyen çocuk bilimsel yetkinliğini artırmak için arayışa girmeli. Aynı cümleleri Teksas Üniversitesi’nde hocalık yapmış bir Türk öğretim görevlisinden de dinledim bu arada.

-Yurtdışında paralı üniversite eğitimi hemen herkes için farklı seçeneklerle mümkün. Türkiye’de de öyle. İyi ve parasız üniversitelerin çoğu sınav değil çocuğun şimdiye kadar zamanını neyle geçirdiğine, yabancı dil yetkinliğine, sosyal, sanatsal, spor vb yaptıklarına bakıyor (mühendislik okuyacak bile olsa), üstün IQ, başarı beklemiyor, bunu ölçmüyor bile. Sebatkar mısın, yabancı bir ülkede ve kültürel ortamda, anadilin olmayan bir dilde yaşama adapte olabilecek misin, birey misin ?  Ona bakıyor. Mülakat yapıyor örneğin. Pek çok yurtdışı üniversite için, neredeyse sadece paradan haber vermek yeterli oysa ki.  Köklü üniversiteler, gerçekten özel, başarılı çocukları alan üniversiteler, çocuğun parası var mı yok mu onunla ilgilenmiyor. Baktıkları başka şeyler var.

-Çocukların ve ailelerin yurtdışındaki üniversitelerle karşılaşmasını sağlayan şey, okulların aracı kurumlar aracılığıyla yapılan reklamları. Kusura bakmazsanız ben biraz da aşağılık kompleksi yaşadığımızı düşünüyorum, şöyle ki Ankara’da özel bir ilköğretim okulu büyük büyük reklam panolarında, Harvard’tan hocaların öğrencilerine ders verdiğini duyuruyor. Hocaların boy boy fotoğraflarıyla. Oysa öğretmenlerini yetersiz buluyor ve üniversiteden hoca gerekiyorsa o okulun gerçekten de iki adım ötesinde ODTÜ var, Bilkent var.

 -İşin acı, çocukları ve aileleri çıkmazda hissettiren kısmıysa bizim öğrenci seçme sistemimiz şu an seçme konusunda çok acımasız. Hevesli, çalışkan, başarılı her çocuğun, özellikle de ekonomik ve sosyal açıdan dezavantajlıysa Türkiye’de iyi bir okul kazanacak rekabete girme şansı çok düşük. Bu yüzden de görece daha kolay girebildikleri için yüzlerini yurtdışına dönüyorlar. ‘Tek başına yüksek IQ’nun' bile çocuğun iyi bir üniversitede iyi bir bölüme girmesini sağlayamadığı ve zaman zaman dezavantaja dönüştüğü eğitimciler tarafından her zaman vurgulanır. Akademik olarak kendini dünya çapında kanıtlamış ve çocuklara üniversite okuduklarını hissettiren okullar en çok ilk on beş yirmi binde öğrenci alıyor. Bu üniversitelerde ücretsiz okumak için ilk beş bine girmek gerekiyor. Bu da gerçekten çok zor. Özel dersler, dersaneler, çılgın bir rekabet çok sınırlı bir kesimin harcı durumunda. Üniversiteye devam etmesi daha kolay olsun diye çocuklarına bir şekilde liseyi yurtdışında okutma planı olan çok sayıda veli ile karşılaşıyorum.

Yazımın başında belirttiğim gibi, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ni, Türkiye’de milli eğitim müfredatının önüne geçilemeyen değişim serüveninin yıllar önceki yaşayanı, anne olduktan sonra da yakın takipçisi bir ebeveyn olarak merakla okudum, okumaya çalıştım. İlk olarak adından da anlaşılacağı üzere(?) içerisinde geçen ‘Türkçemizin etkili kullanılmasına yönelik becerilerin kazandırılması tüm derslerin ortak hedefidir.’ vurgusuna çok sevindim. Modelin içerisindeki gerek Arapça gerekse İngilizce kelime zenginliğini gözden kaçırmak mümkün değil. Bir doktor anne olarak asıl ilgilimi çeken, tam olarak anlayabilmek için tekrar tekrar okuduğum kısmıysa şu oldu;

 ‘’Bedenin sağlığı; düzenli beslenme, uyku, egzersiz ve bağımlılıktan kaçınma gibi faktörlere dayanır. Ruhun sağlığı ise kalbin iradesi ve iradeye bağlı kararlılık, disiplin, sorumluluk ve güvenilirlik gibi özelliklerle tanımlanır. Ruhun merkezî ve aslî yeteneği olan kalp; meyillerimizi, yönelimlerimizi ifade eden iradenin merkezini, dolayısıyla ahlaki değerleri, inancı; vatanseverlik, merhamet, şefkat, iyilikseverlik ve seçicilik gibi insanın içsel dünyasını şekillendiren özellikleri içerir. Dolayısıyla bir insanın ontolojik anlamda bütünlüğü hem kendisi hem de toplum için daha sağlıklı ve dengeli bir insan olması anlamına gelir.’’  İlköğretim çağındaki çocukların sağlıklı ve düzenli beslenme eğitiminin çocuğun beslenmesindeki yeter rolünü, dört odacıklı, kan pompalama görevi olan ancak metinde ruhun merkezi ve asli yeteneği olarak alınan kalbin mecazi anlamda bile olsa davranış eğitimindeki yerini anlamadım. Bu model hazırlanırken İoanna Kuçuradi’den değerler konusunda destek alınmış mıdır?

Modeldeki bağımsız ve eleştirel düşünen, kendini gerçekleştirme gayretinde, yetkin ve erdemli insan yetiştirme vurgusu, özellikle aşağıda alıntıladığım şu kısım, zihnimi, okuduğum yazının başlığına, nerede yazıldığına, bu ülkeyi çeyrek asra yakın zamandır yöneten anlayışa, tüm bu olan bitene, üniversitelerin getirildiği duruma, pırıl pırıl hekimlerin, dünya standartlarının üzerinde bilgiye ve yeteneğe sahip mühendislerin liyakat usulü memlekete hizmet etmek yerine neden akın akın yurtdışına göçtüğü düşüncelerine savurdu, gerçekten oturup ağlamak istedim;

‘’Epistemolojik Bütünlük: Bilgi ve Bilgelik

Epistemolojik bütünlük, bir öğrencinin çok yönlü bir bilgi ve düşünme yelpazesi geliştirmesini amaçlar. Öğrencinin değişmezlik demek olan bilgiye nasıl eriştiği, bu bilgiyi nasıl öğrendiği ve nasıl düşündüğüyle ilgilidir. Bir öğrencinin meraklılık, eleştirel düşünme, analitik düşünme, esneklik ve problem çözme gibi eğilim ve becerilerini geliştirmesi önemlidir. Bilgi aynı zamanda sanat ve kültür gibi alanların yanı sıra bağımsız düşünebilmeyi de kapsar.’’

Üniversite sınavı dönemi yine geldi çattı. Tıbbi takviye soran anne babalar çoktandır geliyor zaten. Gençler sizleri seviyoruz. Hepiniz tek tek çok değerlisiniz, hepinizi milyonlarca kişinin asla sığmayacağı tek bir kulvarda acımasızca koşturup bir de başarı sıralaması yaptığımız için bizler suçluyuz.