‘Yürüyüşünüz yalan söylemez’
Erling Kagge'nin 'Yürümek Adım Adım' kitabı Oğuz Tecimen çevirisiyle Kolektif Kitap tarafından yayımlandı.
Yürümek, adım saymak ve spor yapmaktan çok daha fazlası; bu eylemin bir derinliği, anlamı, felsefi bir tarafı, arayışa denk gelen bir boyutu ve tavır almayla ilgili bir yanı var. Rebecca Solnit'in "bedenin ve zihnin dünya tarafından meşgul edilmediği bir eylem" diye tanımladığı yürüyüş, bazen tam da bu meşguliyeti içerebiliyor.
Şair Gary Snyder’a göre yürümek, "doğaya ve yabana saygı" anlamına gelirken Henry David Thoreau ise bu eylemi, "kişinin içindeki yabana doğru seyahati" olarak tanımlıyor. Benliği güçlendiren, kimi anlarda ise atıllaştıran yürüyüş, zaman ve mekandan uzaklaşma sayılabileceği gibi bu ikisinin merkezine hareket halini de alabiliyor.
Frédéric Gros, yürüyüşü bu bağlamda benliğin engebelere aidiyetini ortaya çıkaran edim diye niteliyor. Gros’a göre kişi, yürürken kalabalıklar içinde yolunu buluyor bazen de kalabalıkları yararak ilerliyor.
Kutup noktalarına ve Everest Dağı’nın zirvesine çıkan ilk kaşif olan Norveçli Erling Kagge, medeniyeti ve moderniteyi sorguladığı yürüyüşlerinin, içindeyken dünyayı dışarıda bırakma anlamı taşıdığını söylüyor. Başka bir deyişle sessizliği ve dinginliği arayan Kagge, ötelenen tek başınalığa ve sakinliğe ulaşmayı çabalıyor.
'Gürültü Çağında Sessizlik' (Çeviren: Nezihat Bakar-Langeland, Alfa Yayınları, 2020) gibi 'Yürümek Adım Adım' da Kagge’nin sorularına yanıt bulma uğraşının kâğıda dökülmüş hâli. Kagge, metinlerinde hem edebi bir yolculuğa çıkıyor hem de onca deneyimine rağmen hâlâ yürümeyi öğrendiğini açıklıyor.
PAZARLANAN SESSİZLİĞE KARŞI SÜKÛNET
Kagge, "Yürüme sayesinde bugün olduğumuz varlıklar haline geldik, bizi biz yapan şey yürümek; dolayısıyla yürümeyi bıraktığımızda muhtemelen başka bir şeye dönüşeceğiz" diyor. Yazara göre hayatımızda öğrendiğimiz "en tehlikeli iş" yürümek. Keşfetmek, kişiliğin oluşumu ve bulmak için hareket etmek de hep bununla bağlantılı. İnsanı Homo Sapiens’e dönüştüren şey bu aslında: Yürüyen, ateş yakan, yemek yapan ve sonra da dili öğrenen insan… Kagge, yürüyüş-dil bağlantısı kuruyor bu babta: "Hayat tek bir uzun yürüyüştür. İnsanların oluşturduğu diller bu fikri yansıtır."
Acı çekerken, mutluyken, çelişkiye düşünce ve arananlar bulunduğunda "dünyanın sonuna kadar yürüyor" insan. İç ve dış sessizliğe ulaşmaya çabalayan Kagge, yürüyüşün ömrü uzattığını, hafızayı keskinleştirdiğini, tansiyonu düşürdüğünü ve bağışıklığı güçlendirdiğini anlatıyor.
Kagge’nin anlattıkları, özgürlüğün ayak izlerini getiriyor karşımıza; yavaş hareket edilen, dünyanın insana daha hafif ve sakin geldiği, herkesin ve her şeyin unutulduğu anları hatırlatıyor. Pazarlanan sessizlik yerine durup düşünmeye fırsat veren sükûneti, adımsayarlar ve akıllı telefon uygulamalarıyla kapitalizmin ağına düşürülen hareket yerine, bakıp görmeyi ve anlamayı sağlayan; zamanı esnetip genişleten ve mekânı büyüten yürüyüşü koyuyor: "Google Haritalar uygulamasını kullandığımda bulunduğum yeri daima biliyorum, çoğu zaman çevremden çok ekrana bakıyorum. Ama telefonumu evde bıraktığımda, başımı kaldırıp önüme bakmak zorunda kaldığımda, bütün mevcudiyetimle anın içinde oluyorum. Dünya genişliyor. Birdenbire mahalleyi, şehri, ormanı tanımaya başlıyorum."
Kagge, yürürken izlemeye odaklanıyor; kutup dairelerinde, şehirlerde ve dağlarda gözleri hep açık. "Yavaşlık ve hatırlama, hız ve unutma arasındaki gizli ilişkiyi" kavrayıp ayaklarının harita çizmesine izin verirken ideal sürat diye bir şey olmadığını bir kez daha fark ediyor.
‘OTURMAK İKTİDARLARIN ÇIKARLARINA UYGUNDUR’
Yürümenin ve yürüme şeklinin, kişinin karakterine dair ipuçları verdiğini söyleyen Kagge, "yürüyüşünüz yalan söylemez" diyor. Yazara göre insanın bütün varlığıyla düşünmesi anlamına gelen bu eylem, dünyayı bilmek için kapılar açıyor.
Kagge, hareketsizliğe karşı sokak filozoflarının (Sokrates’in, Kierkegaard’un, Diogenes ve Hippokrates’in) yürüyüşlerini hatırlatırken Thoreau’nun ve Einstein’ın sorun çözmek için çıktığı yürüyüşlerde berraklaşan zihinlerine atıf yapıyor. Öte yandan, oturmanın ve yürümenin politikliğini anımsatırken zamanımızı eleştiriyor: "Modern dünya olabildiğince çok oturacağımız şekilde tasarlanmıştır. Oturmayı savunan pek çok argüman var. Oturmak iktidarların çıkarlarına uygundur; oturup çalışarak sürekli gayri safi milli hasılaya katkıda bulunmamızı isterler. Ayrıca şirketlerin işine gelen bir şeydir; olabildiğince çok tüketmemizi, tüketmediğimizde dinlenmemizi isterler. Fiziksel hareketlerimiz kısa ve verimli olmalıdır. (...) Oturduğumuz sürece hükümetlerin ve toplumların bizi kontrol etmesi kolaylaşıyor. Bununla birlikte, oturduğu yerden kalkıp olayların akışını değiştirenlerin hikâyeleriyle dolu tarih."
Kagge, gerek kutup dairelerinde yürürken gerek Everest Dağı’na tırmanırken işi kolaylaştıran teknik yardım imkânlarını bir kenara bırakıp acı çektiğini ve pek çok zahmete katlandığını not ediyor. Başka bir deyişle yüzeysellik yerine derinliği seçiyor; konforunu en aza indirip yaşamı ve dünyanın sunduklarını hissetmeye yöneliyor. Yürüyerek küçük şeylerden keyif almayı ve sıradan zevklerin tadını çıkarmayı öğreniyor. Başkalarına bağlı olmamanın, geçmiş ve geleceği önemsiz kılmanın güzelliğinin ayırdına varırken zihninde endişeler uyanınca "oturarak geçen hayat somutluğunu kaybeder" diyor.
Kagge için yürümenin sıkıntılardan kurtulma gibi pragmatik bir tarafı var. Sadece bu değil elbette; yazar, anlattığı hikayelerle ve yaşadıklarından hareketle yürümenin, insanı yol ayrımlarıyla karşılaştırdığını, dünyadan uzaklaşmasını sağlayarak huzurlu kıldığını ya da zihnini çalıştırarak sorunların ortasına atabildiğini de söylüyor.
Kagge’ye göre yürüyüş, çıkış ve varış noktalarının ötesinde bir süreç. Ne kadar mesafe kat edildiği ya da kaldığı değil, yürüyüşün kendisi ve yürürken düşündüklerimiz önemli. 'Yürümek Adım Adım' da Kagge’nin bu düşünme sürecinin bir ürünü; yürüyüş üzerine bir düşünme kitabı. Başka bir deyişle yazarın, "hedefe varsanız da ertesi gün yürümeye devam edersiniz; yürüyüş bir ömür sürebilir" dediği, yürümenin felsefesine dair metinler bütünü.