YAZARLAR

Yüzde yüz ‘estetikçilik’

Belki dizi bu kadar ‘dev’ bir eserden uyarlanmamış olsa bu tarzı, rahatsız edici olmayan hatta kabul edilebilir bir yöntem olarak değerlendirebilirdik. Ve dediğimiz gibi sinematografik açıdan birçok pozitif noktası var. Ancak bizce ‘bu yollara’ girmek için en başa uyarlanan eserin yarattığı hissiyatı koymak gerekir’.

Yakın zamanda Netflix platformunda, dünyaca ünlü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in başyapıtlarından biri olan ‘Yüzyıllık Yalnızlık'ın sekiz bölümden oluşan, aynı adı taşıyan, bir adaptasyon serisi sunuldu. Bölümleri yaklaşık bir saati bulan bu seri, her edebiyat klasiği uyarlamasında olduğu gibi, başta Marquez hayranları olmak üzere her sinemaseverde bir heyecan ve merak duygusu yarattı.

Dünya çapında birçok ünlü yönetmen zaman zaman edebiyat dünyasının dev eserlerini uyarlamak gibi zorlu projelere giriştiler. Zaten bir roman uyarlamasının eşdeğerini beyaz perdede yaratmak genelde başarısızlıkla sonuçlanan bir görevken, bir de üstelik eğer bu roman edebiyat dünyasının ‘kilometre taşlarından’ biriyse kuşkusuz göze alınan risk çok daha büyük oluyor. Örneğin Fransız (ve dünya) edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Marcel Proust’un ‘Yitik Zamanın İzinde' (‘A la recherche du temps perdu’) adındaki dev eserine önce büyük yönetmen Volker Schlöndorff (bir bölümüne) el attı. Beğenilmeyen bu denemenin ardından proje birçok yönetmenin elinden geçti ve en son Raul Ruiz ‘Yeniden Bulunan Zaman’ adındaki bölümün bir adaptasyonunu sundu. Ancak hiçbir adaptasyon Proust’un romanın ağırlığına yaklaşamıyor, biraz yüzeysel kalıyordu. Burada kuşkusuz bir yönetmenin kapasitesi değil bir romanın uyarlamaya ne kadar ‘açık’ olduğu söz konusu!

‘Yüzyıllık Yalnızlık’ dizisine dönecek olursak… Dizinin tabii ki artıları var: öncelikle dizi uyarlanan romandan nerdeyse hiç ayrılmamış. Olay örgüsü ve karakterler ‘yerli yerinde’ duruyor. Bu romana ‘sadakat’ dışında yönetmenlik temiz, oyunculuklar başarılı ve büyük emek ve para harcandığı belli sanat yönetimi de dizinin (ve tabii ki romanın) masalsı yanıyla uyuşuyor. Dizi formatına uyarlanmış hikaye ise zaman zaman boşluklar verse de genelde belli bir akışkanlık gösteriyor ve rahatsız edici bir tekrar hissiyatı yaratmıyor.

Peki dizide bizim gözümüze batan ve dikkat çekmek istediğimiz nokta ne oluyor? Bu noktada yararlı olacağını ve eleştirimizi daha somut bir çerçeveye oturtacağını düşündüğümüz bir yönetmenden bahsetmek istiyoruz: Adrian Lyne! Lyne, bilindiği üzere sinema dünyasına gerçek anlamda ‘Flashdance’ ve ‘Dokuz Buçuk Hafta’ gibi filmlerle bir giriş yaptıktan sonra sırasıyla ‘Öldüren Cazibe’, ‘Dehşetin Nefesi’, ‘Lolita’ ve ‘Sadakatsiz’ gibi ses getiren filmler yaratmış önemli bir isim… Ancak yönetmenin bir özelliği de filmlerinde çoğu zaman bazı sahnelerde kendine has romantik, özel hayat mahremiyetinin altını çizen ve erotik bir hava estiren bir atmosfer yaratması oluyor. Gündelik hayatımıza girmiş veya halen kullandığımız önemsiz objeler bile yönetmenin gözünde bahsettiğimiz atmosferi güçlendiren araçlar haline geliyor. Gerilimli bir konuşmada ortalıkta bulunan bir mutfak bıçağı bir tehdit, bir yatak odasının tavanına asılmış yapışkanlı bir sinek ‘avlama’ kağıdı bir şehvet duygusu veya devrilmiş bir çocuk bisikleti ‘çatırdamaya’ hazır bir aile izlenimi verebiliyor. Bu arada ‘Dokuz Buçuk Hafta'daki erotik fantezi ‘meyvelerinden’ ve ‘Ahlaksız Teklif'teki para dolu yataktaki sevişmeden bahsetmiyoruz bile… Bu kullanım bazı seyircilere basit hatta bayağı gelebilir ama bizce ciddi bir kamera kullanımı ve yönetmenlik yeteneği de mevcut!

Benzer bir tutum, bizce bu kez gereksiz bir biçimde ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ dizisinde de bulunuyor. Kuşkusuz Netflix platformunun da katkısı ve yönlendirmesiyle bazı sekanslarda aşırıya kaçan bir süsleme, olağandan daha çarpıcı bir hale getirme gayreti göze çarpıyor. Özellikle dizide yer alan Aureliano ile eşi Petronila arasında geçen ateşli sevişme sahnelerinde sanki ‘yüzyılın aşkını’ temsil eden, sadece romantik bir amaç uğruna gerçekleşen ve anlık bir ‘yıldırım aşkıyla’ başlayan yarı-erotik bir ilişkiye dair bir anlatım var. Oysa bilindiği üzere romanda tabii ki bu sevişmelerin bir duygusal karşılığı vardır ama bir amaç da Aureliano’nun kurmuş olduğu kasaba gibi ailesini de genişletme ve ‘üreme’ isteğidir.

Bahsettiğimiz bu renklendirme, ‘allayıp pullama’ kısaca ‘estetizasyon’ isteği Lyne’ın filmlerinde tam yerini bulsa da gibi otursa da bu dizide biraz eğreti duruyor. Üstelik bu yaklaşım yatak sahnelerinde daha görünür bir hale gelse de bizce dizinin genel yapısına da sirayet etmiş durumda…

Belki dizi bu kadar ‘dev’ bir eserden uyarlanmamış olsa bu tarzı, rahatsız edici olmayan hatta kabul edilebilir bir yöntem olarak değerlendirebilirdik. Ve dediğimiz gibi dizinin sinematografik açıdan birçok pozitif noktası var.

Ancak bizce ‘bu yollara’ girmek için en başa uyarlanan eserin yarattığı hissiyatı koymak gerekir’.


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .