Yüzüncü yılında CHP ve ideoloji sorunları

Sosyal demokrasinin hedefleri, ilkeleri ve değerleri CHP açısından büyük bir önem taşıyor olsa da bu anlayıştan ayrılmadan ama günün ihtiyaçları karşısında onu da aşan bir vizyona ihtiyaç var.

Google Haberlere Abone ol

Toplumlar için de kurumlar için de yüzüncü yılı aşmak önemli bir dönüm noktasıdır. 2023’te Cumhuriyet’in ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin yüzüncü yılını kutladık. Aynı yıl gerçekleşen ve çok önemli gördüğümüz seçimlerde CHP olarak istediğimiz sonucu alamadık. 2024’te ise yerel seçimler yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Partimiz 1977’den sonra ilk defa Türkiye’nin birinci partisi oldu. Böyle bir konjonktürde CHP’lilerin Türkiye ve Cumhuriyet Halk Partisi üzerine düşünmesi ve tartışması büyük önem taşıyor. CHP’nin ideolojisini, politikalarını ve iktidar stratejisini tartışmaya açmak ve zenginleştirmek gerekiyor. Bu yazının ve arkasından devam edecek yazıların temel amacı da bu tartışmanın başlangıcına katkı sağlayabilmek. Bu yazılarda CHP bakımından ideoloji, politika ve iktidar stratejisi sorunlarını ele alacağım. Okumakta olduğunuz bu ilk yazıda CHP’nin ideolojisi ve bununla bağlantılı konular üzerinde duracağım.

CHP’nin ideolojisi ve bu ideolojinin kaynakları konusunda büyük kafa karışıklıkları olduğunu sanmıyorum. Çünkü CHP, Türkiye’nin en eski ve en köklü partisi. Ayrıca partinin tarihsel evrimi içinde Türkiye’nin yaşadığı değişimler de CHP’nin ideolojik formasyonu üzerinde etkili oldu. Diğer partilere kıyasla toplumun CHP’nin ideolojisi hakkında daha fazla ve daha doğru bilgiye sahip olduğunu da bir gözlem olarak not etmeliyim. Bu nedenle bugün için temel mesele CHP’nin ideolojik değişikliklere gitmesi değil partinin ideolojisi ve tarihsel birikimiyle daha doğru bir ilişki kurmasını sağlayacak tartışmaları ve fikir egzersizlerini yapmasıdır. CHP’nin ideolojisi partinin uzun dönemli hedeflerini belirlemesini, toplumsal tabanını temsil etmesini ve tutarlı bir çizgi izlemesini mümkün kılıyor. Bu ideolojik formasyon CHP’nin yüzyıllık tarihi içinde partililerin ortak belleğinden süzülüp gelen bir oluşum ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bugün en önemli hazinesi.

CHP’nin 2008’de kabul edilen son programında partinin ideolojisini besleyen üç kaynağa işaret ediliyor. Bunlar Atatürk’ün modernleşme devrimi ve altı ok ilkeleri, sosyal demokrasinin evrensel kuralları ve Anadolu ve Trakya’nın tarihsel ve felsefi birikimi. 

SOSYAL DEMOKRASİNİN EVRENSEL KURALLARI

Batı Avrupa’da yirminci yüzyıla damgasını vuran sosyal demokrasi düşüncesi özellikle 2008 finansal krizinden bugüne bir bunalım içinde bulunuyor. Sosyal demokrat partilerin üye sayıları ve seçimlerde aldıkları oylarda ciddi bir gerileme görülüyor. Ekonomik ve toplumsal hayatta gerçekleşen baş döndürücü değişimler karşısında sosyal demokrasinin bu değişimleri anlama, yönetme ve yönlendirme kapasitesinde ciddi bir problemle karşı karşıyayız. Özetle sosyal demokrasi, uluslararası ölçekte düşünüldüğünde, çok da parlak bir dönemde değil. Dünyada sosyal demokrat partilerin bir yükseliş dönemini yaşamıyoruz. Aksine sosyal demokrat partilerin bir büyük duraklama ve gerileme evresinde bulunuyoruz.

Son altı yılda Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde sosyal demokrat politikacıları kişisel olarak yakından tanıma imkanına sahip olmam da bu gözlemimin önemli bir dayanağı. Bir dönemin Willy Brandt, Olof Palme, Bruno Kreisky gibi vizyoner politikacılarından bugün eser yok. Son dönemde Gazze’de yaşanan insani yıkım karşısında sessiz kalan sosyal demokrat politikacıları düşündükçe Kreisky gibi Yahudi olmasına rağmen Filistin davasını yürekten sahiplenen bir büyük liderin ve ortaya koyduğu liderliğin anlamı daha açıklıkla görünüyor. Palme’nin ulusal bağımsızlık hareketlerine verdiği destek ve Güney Afrika’daki apartheid rejimi karşısında yürüttüğü kararlı mücadele düşünüldüğünde günümüzde sosyal demokratların Kuzey-Güney eşitsizliğini görmezden gelmeleri farklılığın büyüklüğüne işaret ediyor. Oysaki Kuzey-Güney eşitsizliğinin insanlığın gündemine gelmesinde Willy Brandt’ın başında olduğu Bağımsız Komisyon olarak bilinen grubun çalışmaları ve bu grubun hazırladığı Brandt Raporu başlıklı belgenin önemli bir payı vardı. Bütün bu farklılıklar bize şunu gösteriyor: günümüzde Avrupalı sosyal demokrat politikacıların hemen hepsi meselelere sınırlı bir perspektiften bakan ve ülkelerinde güçlü seçim başarıları hikayesi oluşturamamış kişiler.

SOSYAL DEMOKRASİNİN TABANI, İŞÇİ SINIFI İLE İLİŞKİLER 

Bu kişisel gözlemler bir tarafa meselenin bir de sosyolojik ve tarihsel bir boyutu var. Sosyal demokrasi toplumsal tabanı bakımından ortaya çıkışı ve tarihsel gelişimi itibariyle bir örgütlü işçi sınıfı hareketiydi. Örgütlü işçi sınıfının siyasetteki ve toplumsal hayattaki rolü -özellikle kapitalist dünya ekonomisinin merkez ülkelerinde- önemli ölçüde azaldı. Çünkü imalat sanayinin istihdam içindeki payında ciddi bir gerileme yaşandı. Birçok ülkede örgütlü sanayi işçilerinin çalışanlara oranı yüzde onun altına düştü. Dünyanın üretim merkezleri haline gelen Asya ülkeleri ise örgütlü işçi sınıfı hareketinden ve sendikalara dayanan bir siyasal temsil anlayışından oldukça uzakta. Küresel Güney ülkelerinde sosyal demokrasinin başarılı olduğu kimi istisnai örnekler var. Ancak genel eğilimler düşünüldüğünde bugün örgütlü işçi hareketine dayanan bir sosyal demokrasi deneyiminin varlığından bahsetmek mümkün değil. Sonuç olarak sosyal demokrasi etiketini taşıyan birçok parti bugün varlığını sürdürüyor ancak bu partiler toplumsal tabanları ve siyasal seçkinleri itibarıyla geçmişin sosyal demokrat partilerinden oldukça farklı kuruluşlar.

Bu noktada bir anımı aktarmak istiyorum. Yıllar önce sosyal demokrasi üzerine bir bilimsel araştırma projesi kapsamında bir mülakat yapmak için Almanya’nın en önemli sosyal bilimcilerinden Wolfgang Merkel’i Berlin Sosyal Bilimler Merkezinde ziyaret etmiştim. Merkel Alman sosyal demokrasisi üzerine de önemli çalışmalar yapmış bir sosyal bilimci olarak önemli gözlemlerini bana aktarmıştı. Merkel bu görüşmemizde Almanya’da sosyal demokrat partinin aldığı oyun SPD’nin sosyal demokrat olup olmamasıyla pek de ilgisinin olmadığını buna karşılık seçmenlerin genel olarak alışkanlıkları ve psikolojik aidiyet duygusuyla oy verdiğini söylemişti. Konunun en önemli uzmanlarından biri olan Wolfgang Merkel sosyal demokratların uzun süredir işçi sınıfının değil orta sınıfların oylarını aldıklarını belirtiyordu. Bu durumun nedenini ise örgütlü işçilerin seçmen içinde anlamlı bir oranı temsil etmediği bir ortamda, rasyonel aktörler olarak politikacıların partilerini ayakta tutacak yeni seçmen gruplarını temsil etme gayretleriyle açıklamıştı. Bu çerçevede geçmişte endüstri toplumu koşullarında ortaya çıkan siyasi ideolojilerin bugünün şartlarında gerileyen toplumsal desteğe rağmen varlıklarını sürdürdüğünü anlatmıştı. Alman toplumuna ve siyasetine ilişkin Almanya’dan yapılan bu güçlü gözlemin hala geçerliliğini koruduğunu düşünüyorum. Geçmişte ortalama bir sosyal demokrat parti seçmeni, mavi yakalı bir işçiyken bugün ortalama bir sosyal demokrat parti seçmeni, yüksek öğrenim yapmış ve beyaz yakalı bir çalışan konumunda. Sonuç olarak bugün kıta Avrupa’sında sosyal demokrasinin toplumsal tabanında ciddi bir dönüşüm var. Bu dönüşüme sosyal demokrasinin toplumsal desteğinde ciddi bir gerileme eşlik ediyor ve sosyal demokratlar yeni sorunlar karşısında etkili karşılıklar ortaya koyamıyor. Bu haliyle de Batı Avrupa sosyal demokrasisi Türkiye ya da başka bir ülke için model olabilme iddiasından oldukça uzaklaşmış görünüyor.

TÜRKİYE'DE SOSYAL DEMOKRASİNİN EVRİMİ

Bunun yanında Türkiye koşullarında sosyal demokrasinin değerlerine ve ilkelerine büyük ihtiyaç var. Çünkü Türkiye hem önemli demokrasi sorunları yaşayan hem de çok ciddi eşitsizlikler bulunan bir ülke. Özetle sosyal demokrasinin değerleri ve hedefleri bakımından ülkemizde büyük imkanlar var. Ama sosyal demokrat siyasetin toplumsal tabanı ve örgütlenme anlayışı bakımından sosyal demokrasi Türkiye örneğine çok uzakta görünüyor. Türkiye’nin mevcut siyasal koşulları bu durumu daha da ağırlaştırıyor.

Bu noktada bir tarih parantezi açmak gerekiyor. Türkiye’de sosyal demokrat düşünce CHP bünyesine 1950’lerden sonra ama özellikle 1960’lı yıllarda girmişti. CHP’nin yaşadığı bu değişimde 1966’da Genel Sekreterlik görevine gelen Bülent Ecevit’in önemli bir rolü olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak 1950’li ve 1960’lı yılların hem dünya hem Türkiye için çok özel bir konjonktür olduğunu ve sosyal demokrasiye yönelimin bu özel konjonktürle yakından ilgili olduğunu not etmeliyim. 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyal demokrasi eski sınıf hareketi formundan uzaklaşarak bütün toplumu kucaklayan bir hareket durumuna geldi. Bu değişimi gösteren kimi önemli belge ve yayınlara işaret etmek istiyorum. Okuyucularımızın sosyal demokrasinin savaş sonrası dönemdeki değişimine tanıklık edebileceği üç belgeyi not etmekle yetineceğim. Bunlar Sosyalist Enternasyonel’in 1951 Frankfurt Deklarasyonu, İngiliz siyasetçi ve düşünür Anthony Crosland’in 1956’da basılan “The Future of Socialism” (Sosyalizmin Geleceği) başlıklı kitabı ve Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin 1959’da kabul edilen Bad Godesberg Programı. Bu belgelerin de bize gösterdiği üzere sosyal demokrat partiler bu dönem itibariyle belli bir sınıfı temsil iddiasında kitle partileri olmaktan çıkıyor bütün toplum kesimlerini temsil iddiasındaki halk partilerine dönüşüyordu. Bu dönemin yükselen kavramı olarak sosyal ve ekonomik haklar ön plandaydı ve vatandaşlık ve insan hakları kavramları toplumsal bir içerik kazanıyordu. Ayrıca yükselen sosyal harcamalar çerçevesinde refah devleti bütün Avrupa için emek ve sermaye arasındaki uzlaşmanın temelini oluşturuyordu.

Sosyal demokrasinin Kıta Avrupasında ve İngiltere’de içine girdiği bu önemli değişim, yani sınıf partisi olmaktan halk partisi olmaya geçiş, CHP’nin bu yeni sosyal demokrasi düşüncesine yönelmesini kolaylaştırmıştı. Ayrıca bu dönem Türkiye’de örgütlü işçi hareketinin büyük bir yükseliş evresiydi. 1960’dan 1970’e gelindiğinde örgütlü işçi sayısında neredeyse on kata varan bir artış gerçekleşmişti. 1963’de CHP iktidarında kabul edilen 274 ve 275 sayılı kanunlarla işçiler özgür sendikacılık ve grev hakkına kavuştu.

1960’lı yıllarda yaşanan değişimi CHP’nin kendi bünyesindeki gelişmeler de destekliyordu. 1960’lar konjonktüründe ortaya çıkan CHP’nin sosyal demokrat bir parti olma dönüşümü bir yandan da partide yeni bir jenerasyonun yönetime gelmesi, parti örgütlerinin daha eğitimli ve daha genç bir kadronun denetimine girmesi ve CHP’nin toplumsal taban bakımından büyükşehirlerdeki emekçi sınıflara dayanan bir parti olmaya başlaması bu dönüşümün en önemli göstergeleriydi.

Çok değerli Hocamız Prof. Dr. Zafer Toprak (bir kez daha rahmetle anıyorum) çalışmalarında CHP’nin, kuruluş evresinde, sosyal ve ekonomik görüşleri itibariyle 3. Cumhuriyet Fransasından etkilendiğini ortaya koymuştur. Hocamıza göre CHP, özellikle 3. Cumhuriyet Fransasının dayanışma (solidarité) düşüncesinden doğrudan etkilenmiş bir partiydi. Zaten iki savaş arası dönemde de Radikal ve Mümasili Fırkaların Beynelmilel İtilâfına davet edilmişti. Zafer Hoca Fransız Radikal Parti ile CHP arasındaki benzerliklere de derslerinde sıklıkla temas ederdi. CHP’nin sahip olduğu bu arka planın 1960’lı yıllardaki değişimi kolaylaştırdığı açıktır.

Bu parantezi şu nedenle açtım: Bugün Türkiye’nin toplumsal yapısına ve düşünce iklimine bakıldığında 1960’lar ortamından çok farklı bir noktada bulunduğumuz görülüyor. 1960’larda sanayi toplumuna doğru evrilen bir Türkiye vardı ve bu evrim içerisinde de sanayi toplumlarına özgü bir siyasi düşünce ve örgütlenme anlayışı olan sosyal demokrasinin CHP ile buluşmasını görmüştük. Aynı dönem sosyal demokrasi için de Batılı kapitalist ekonomiler için de bir altın çağ evresiydi. Ancak bugün gelinen noktada bahsedilen dönemdeki türden bir sanayi toplumunun dünyada ve Türkiye’de bir örneği kalmadı. Bu nedenle ilgili döneme özgü sosyal demokrat bir örgütlenme ve siyaset anlayışının da yeri kalmadı.

SOSYAL DEMOKRASİNİN İLERİCİLİK VİZYONU

Özetle sosyal demokrasinin hedefleri, ilkeleri ve değerleri CHP açısından büyük bir önem taşıyor olsa da bir ideolojik yol göstericilik düşüncesi günün siyasal gerçeklerine aykırı olacaktır. Bu nedenle sosyal demokrat anlayıştan ayrılmadan ama günün ihtiyaçları karşısında onu da aşan bir vizyona ihtiyaç var. Bu vizyonun oluşturulmasında bilindik ezberlerin dışına çıkarak “sosyal demokrasi etiketi yerine ilericiliği temel alan daha geniş bir birliktelik mümkün müdür?” sorusu Oxford Üniversitesi Nuffield Koleji bünyesinde yürütülen bir dizi çalışmayla yakın zamanda ele alındı. Sosyal harcamalara desteğin sanıldığının çok üstünde olduğunu, solun farklı renkleri arasındaki ayrımın çok da önem taşımadığını ama en önemlisi sağa açılmanın uzun dönemde sola kaybettirdiğini gösteren bu araştırmalar farklı Avrupa ülke deneyimlerinden oluşturulan verilere dayanıyor. İlerici Siyaset Araştırma Ağı’nın bu çalışmaları Avrupa çapında sosyal demokrasinin gerilediği bir ortamda ilerici siyaset için ümitvâr olabileceğimiz bir potansiyelin bulunduğunu bize gösteriyor. Bu kapsamda araştırmacılar potansiyel ekonomik eşitsizlikleri daha adil bir vergilendirmeye dayalı bir yeniden dağıtım mekanizmasıyla gidermeyi; demokratik ve kapsayıcı bir toplum yaratarak çoğulculuğu ve çeşitliliği korumayı ve sürdürülebilirliği geliştirmeyi öneriyor. Avrupa çapında sosyal demokrat, sosyalist, komünist, yeşil ve liberal partilerin bu vizyonu sahiplenerek daha geniş bir ilerici cephe oluşturabileceğini vurguluyor.

Bu açıklamalar çerçevesinde ilericilik kavramının altını tekrar çizerek yukarıdaki “sosyal demokrat anlayıştan ayrılmadan ama günün ihtiyaçları karşısında onu da aşan bir vizyon” vurguma geri dönmek istiyorum. Onu da aşan siyasal vizyondan kastımı ise CHP programında ideolojimizin kaynaklarının ilki olarak kayıt altına alınan Atatürk’ün modernleşme devrimi ve Altı Ok ilkeleri kapsamında bir sonraki yazımda ele alacağım.

*CHP Milletvekili