Yüzünü başkasına döndüğünde
“Yüz yüzden utanır” diye bir deyim vardır, yaptıklarımız nedeniyle sonradan utanmamak için baştan ötekini incitmemek gibi bir anlam içerir. Kendi yüzün utanmasın diye başkasının yüzüyle ilişkilenmek, onun kendi yüzündeki varlık hakkını tanıman gerekir, bu içinde ortak bir yolun imkânını da barındırır. Her şey hiçliğe dönüştüğünde bile nefes almanı sağlayacak şey başkaya yüzünü dönmekten geçer, Narkissos gibi kendi yüzünde kaybolmaktansa, sana uzanan yüze dönmek daha kıymetli değil midir?
Yüz, insanın dışa açılan kapısı gibidir, anlamın merkezidir çünkü hakikati görmeyi, duymayı, yaşamın meyvelerinden tat almayı, kokusunu duymayı onun sayesinde becerebiliriz. Ayrıca toplumsal bir tür olan insanın yüz hareketleri, onun toplum içinde varlık kazanabilmesi için işlevseldir, her jest, her mimik bir anlamın ifadesi hâline gelir. Bir yüz hareketinden tiksinmeyi, mutluluğu, kederi görebiliriz. Bu dışarıdan etkiyle oluşur ve aynı topluluğa mensup insanların yüz üzerinden kurduğu bağ sayesinde bir sahne ortaya çıkar. Bu sahnedeki hareketlerimiz başkasıyla kurduğumuz ilişkide ifade edebilmenin bir aracına dönüşür. Öteki ile ilişkinin de yeridir yüz, ona açtığımız iç’in, dışta görünen yanının anlama büründüğü yerdir. Tanındığımız yerdir yüzümüz, bizi diğerinden ayıran, yaşamın izlerinin en belirgin taşındığı uzamdır. Bu nedenle yüz tıpkı bedenimizin her bir parçası gibi, politik, antropolojik, felsefi pek çok açıdan üzerine düşünmemize imkân verir.
Yüzümüz kendi başına varolabilir mi? Elbette bedenimizin bir parçası olarak, görüntü şeklinde mevcut olabilir. Ancak öznenin onun varlığını hissetmesi için ötekinin bakışına ihtiyacı vardır, onun tarafından tanınmaya, anlamlandırılmaya. Tam da burada, Narkissos mitini hatırlayabiliriz: Narkissos, su yüzeyinde gördüğü yansımasına, ona göre muhteşem olan kendi bedenine âşık olur. Bu aşk yüzünden yemeden içmeden kesilir, kendini seyrederek eriyip gider ve yaşamı son bulur, cesedinin olduğu yerde nergis çiçekleri oluşur. Narkissos kendi yüzünde kaybolur âdeta, başkasının yüzüne yer vermediği yaşamında (çünkü daha önce kendisine âşık olanlara çok acı çektirmiştir) başka yüzleri görmeyen gözü, kendi yüzünün aynılığında son bulmuştur. Bu da bize başkasına dönmeyen yüzün sonuna dair bir şeyler söyler. Çünkü varlığının böyle son bulmaması için başkasının yüzüne ihtiyacın vardır, aynı yüze bakmak, sadece kendi yüzünü görmek, başkasının varlığını tanımamak anlamına gelebileceği gibi kendi varlığının da yokluğu anlamına gelebilir. Breton, bu mitten yola çıkarak şöyle bir tespitte bulunur, “Kendiyle ayna arasında, öteki’nin uzamının bir uzaklık yaratıp, bir toplumsal bağ, Öteki’nin yüzünü öteki olarak algılama ve onda kendi yüzünü görmeme olanağı sağlaması gerekir. Ötekinin yüzünün zarını kendininkinden sökerek, o yüzün çizgilerini tekilliğiyle sergilemesini sağlamak gerekir. Kendinin ve yüzün özgürce kullanımı, insanlık durumunu ve toplumsal bağı belirleyen simgesel boyuta erişir.”(1) Öteki’nin yüzüne alınan mesafe onu kendi yüzünde kaybetmeme imkânı verir. Ona kendi yüzüyle tanınma sağlar, varlık alanı yaratır, kendi içinde bulunduğu topluluğun onun yüzüne yansıyan jest ve mimikleriyle varolma imkânı bulan yüz, tekilliğini kazanır. Narkissos, kendi yüzünde ötekiyi aynılaştırır, her şeyin aynı olmasının dayatıldığı yerde ise nefessiz kalınır, yol ölüme çıkar.
Toplumu tekilleştiren politikalar üzerinden biçimlemeye girişen egemenlerin yaptığı da bununla ilişkilenebilir, tüm farklılıkları kendi yüzünde cisimleştirmeye çalışan iktidarlar, başkasının yüzünü tanımayarak aslında Narkissos gibi kendilerinde kaybolup, yaşamı aynılaştırarak yüzlerini kendi ölümlerine dönerler. Hakkı, hukuku sadece kendi yüzüne göre belirleme çabasına girenler, sona yakındırlar çünkü yüz tek başına anlamsızdır, onu çoğaltan başka yüzle girilecek olan diyalogtur. “Narkissos miti Öteki olmadan var olmanın olanaksızlığı üzerine bir meseldir; var olmak için Öteki’nin bakışlarıyla karşı karşıya gelmenin, orada kendini tanıyıp, karşılıklı görüşmeye ritüel olarak yanıt vermenin zorunlu olduğunu anlatır” diyor Breton, kendi yüzümüzü diğer yüzün bakışıyla kesiştirmek, o yüzü görmeye, onu dinlemeye, yaşamın onun yüz hareketlerindeki yansımasını görmeyi sağlar. Bu olamadığında ne kadar iddia etsek bile yokuzdur, kendi yansımamızda kaybolup gideriz, boğuluruz ki bugünün dünyasında kendi yüzüne hapsolmuş narsist liderler sayesinde bunu yeterince tecrübe ediyoruz.
Yüzden bahsederken hatırlayabileceğimiz bir başka bağlam da Levinas düşüncesinde bulunur. Günümüzün varlık konumu bana çoğu zaman Levinas’ın il ya kavramlaştırmasını hatırlatıyor. Onur Kartal’a göre il ya; “her şey hiçliğe dönüştüğünde geriye kalan şeyin adıdır. Hiçliğin içinde meydana gelen şeyin öznesi anonimdir. Tıpkı üçüncü tekil şahıs gibi bir fiilin gayri şahsi formu olarak, eylemin kesin olarak bilinemeyen failine işaret etmez; daha çok bu eylemin kendisinin bir şekilde faili olmayışını ifade eder. İl ya, söz konusu gayri şahsi forma direndiği ölçüde genel olarak varlıktır.”(2) Bu var’ı olansız varoluş hâli kişisiz, varolma gücünden yoksun, her şeyin hiç’e dönüştüğünü hissedenin, gecede kalanın varlık hâline işaret ederken, Blachot’nun “edilgin” kavramını da hatırlatır. Bu kavram felaketten kalan tanığı işaret eder, çıkışsız bir hiçlik hâlini hatırlatır “edilgin”in özelliğine dair şunları söyler düşünür; “anonim oluş, kendiliğin yitimi, her türden egemenliğin ama aynı zamanda astlığın yitimi, ikametin yitimi, yerden yoksun yanılgı, mevcudiyetin olanaksızlığı, dağılma.”(3) Bu “edilgin” hâl dağılmış, var ama yok, yaşamdan ve yaşatılmış olandan yılmış, ölümünün ve doğumunun anlamını yitirmiş, yapma kudreti kalmayan, uzattığı el havada asılı duran bir özne durumunu çağrıştırır ne varlıkla ne de varlık olmayışla ilgisi kalmayanın durumunu hatırlatır. Blanchot’nun bu kavramı sabittir bir çıkış göstermez, yaşanandan sonra varlık yitiktir, var’ı olansız varoluş hâlinde kalınır. Bir süre sonra bu hâl arzulanır olur, çünkü “geçmişin aşılamaz olana doğru devinimi vardır”. Geçmiş devam eder kişi onu aşamaz belleğin derin kuyusu onu zapt eder. Kişi orada kalır bir anlamda yapmamayı tercih etme hâlinde olduğu gibi güç bulsa bile yapma arzusu bulamaz. Ancak Levinas il ya’sından çıkış vardır bu da “başkanın yüzü “ bahsine getirir meseleyi. Levinas, bu konuda bir etik geliştirir, sonsuzluğu, çıkışı başkasının yüzünde arar. Onur Kartal’ın ifade ettiği gibi: “Başkasının yüzüyle karşılaşmanın etik somutluğu, bu yüzde dile gelen emir ve bu emre boyun eğmeyle açılan sonsuzluk boyutu, Levinas düşüncesinin kalbini sunarken aynı zamanda başkasını indirgemez başkalığında tanımanın soyut koşullarını da netleştirir.” Levinas, başkasını indirgemeden, onu kendi yüzünde tanımanın yolunu açar bu aynı zamanda “her şey hiçliğe dönüştüğünde” çıkışın yolu olarak da görülebilecek bir düşünceyi ortaya çıkarır. “Başkasıyla yüz yüze konuşmayı esas alan somut ilişki, tüm ontolojiyi önceler. Ama bu ilişkinin hakkını vermek için ben ve başkası ya da aynı ile başka arasında bir özdeşleşme arayışının terk edilmesi ve bu iki kutup arasındaki ayrılığın kabul edilmesi gerekir” diyor Kartal. Bu da bizim bahsetmeye çalıştığımız başkasının yüzü konusuyla kesişen bir yerde duruyor. “Özdeşleşmenin terk edilmesi” yüzünü başkaya dönenin onu kendi yüzünde tanımasının yolunu açar, bu da bir anlamda farkın tanınması anlamına gelebilir. “Ayrılığın kabul edilmesi” öznenin kendi bakışıyla başkalarına bakışının aynılaşmaması demektir. Bu da bir önceki paragrafta bahsettiğimiz başkasının yüzünü kendi yüzünde eritmemektir ve etik olan da budur.
“Yüz yüzden utanır” diye bir deyim vardır, yaptıklarımız nedeniyle sonradan utanmamak için baştan ötekini incitmemek gibi bir anlam içerir. Kendi yüzün utanmasın diye başkasının yüzüyle ilişkilenmek, onun kendi yüzündeki varlık hakkını tanıman gerekir, bu içinde ortak bir yolun imkânını da barındırır. Her şey hiçliğe dönüştüğünde bile nefes almanı sağlayacak şey başkaya yüzünü dönmekten geçer, Narkissos gibi kendi yüzünde kaybolmaktansa, sana uzanan yüze dönmek daha kıymetli değil midir? Hele ki yaşadığımız dünya varlığımızı değersiz, yapma gücü elinden alınmış bir şeye dönüştürmüşken, üzerine düşünmeye değmez mi?
Dipnotlar
- Breton, D. L., (2018), “Yüz Üzerine ‘Antropolojik Bir İnceleme’” s. 130, (Çev. Orçun Türkay), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
- Kartal, O., (2017), “Başkasının Politikası ‘Husserl, Heidegger, Levinas’”, s. 189, İstanbul: İletişim Yayınları.
- Blanchot, M., “Felaket Yazısı”, (Çev. Aziz Ufuk Kılıç), s. 32, İstanbul: Monokl.
Emek Erez Kimdir?
Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.
Platonov yazıları: Umutlu zamanlar, edebiyat, emek ve trajedi 24 Mayıs 2024
Güç bir kişide toplanırsa 17 Mayıs 2024
‘Umutsuz Karakterler’: Sınıfsal hezeyanlar, ayrıcalık kaybı endişesi 03 Mayıs 2024
Hayvanlarla ilişkiyi yeniden düşünmek için mitoslar 26 Nisan 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI