Yüzyılın 'çocuk ve çocukluk' tahayyülü: Maarif Modeli

Çocuk hakları ihlallerinin yaygınlaşmasına zemin hazırlayabilecek bu program, kamu yararı ve çocuğun yüksek yararı için, eğitimin tüm bileşenleri ve “çocuğun” da katılımıyla gözden geçirilmelidir.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 26 Nisan 2024 tarihinde görüş alınmak üzere askıya çıkarılan ve tüm eğitim kademelerini de kapsayan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” birçok yönü ile tartışılmaya devam ediyor. Bu tartışmalar, usul yönünden olmakla birlikte öğretim-yöntem tekniklerine, program geliştirme ilkelerine, materyaline, öğretmenin uygulamasına, en nihayetinde de politik içeriğine odaklanmaktadır. Elbette, görüş alınmak üzere askıya çıkarılan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” hacmi ile de (yaklaşık 3000 sayfa üzeri) birbirinden bağımsız tartışma odakları yaratmaktadır. Birbirinden bağımsız bu tartışma odakları programın politik yükünden dolayı bir araya da gelememektedir. Bu yazı da, muhtemelen bağımsız bir tartışma olarak, kamuoyunda karşılık bulacağını umarak, diğer tartışmalar arasında yerini alacaktır. Eğitim-öğretim süreçlerinin kılavuzu ve aynı zamanda da politika belgesi olduğu için eğitim programlarının “teknik”, “pedagojik” ve “politik” değerlendirmesinin yapılması elzemdir. Ancak böyle bir değerlendirme çok kapsamlı bir çalışmayı gerektirdiği için şimdilik bu yazıda sadece “çocukluk” üzerinden politik bir değerlendirme yapılması hedeflenmiştir.

KATILIMCILIKTAN UZAK MAARİF MODELİ 

Eğitim-öğretim süreçlerinin okullarda nasıl hayat bulacağının kılavuzu niteliğinde olan programlar aynı zamanda ülkelerin eğitimin politikalarının da yasal dayanaklarıdır. Bu yasal dayanaklar elbette ilgili ülkenin yasalarına uygun olmak zorundadır. Dolayısıyla eğitim programları birer politika belgesi olduğu iktidarın siyasi, ekonomik ve sosyal beklentilerini karşılamak üzere hem formal hem de örtük hedeflere sahiptir. Bu hedefler doğrultusunda eğitim süreçleri yönetilir, eğitim sürecine dahil olanlar üzerinde etki bırakılması beklenir ve en nihayetinde beklenen çıktı toplumsal, sosyal ve siyasi faydaya dönüştürülür. Bununla birlikte “hazırlayan-uygulayan-uygulanan” arasında doğrudan ya da dolaylı bir güç ilişkisi yaratan bu belgelerin mümkün olduğunca katılımcı, kapsayıcı ve eğitimin tüm bileşenlerinin ortak aklı ile hazırlanması güç ilişkilerini minimum düzeye indirmesi, hedef kitlenin özneleşmesi açısından da önemlidir. Ancak, askıya çıkan mevcut taslak programda böyle bir yaklaşımın benimsenmemiş olması, yukarıdan aşağıya bir inşanın söz konusu olması ve üst yapının alt yapıyı belirleme çabasının belirgin bir örneğini oluşturması açısından hedef kitle olan çocukluk paradigmasının programındaki konumunun açığa çıkarılması önemlidir.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli olarak askıya çıkarılan taslak programlar zorunlu eğitimin tüm kademeleri ile birlikte okul öncesi eğitim kademesini de kapsayacak şekilde ilan edilmiştir. İlan edilen bu programların siyasal ve ideolojik felsefesi ise 110 sayfalık “Öğretim Programları Ortak Metnine” dayanmaktadır. Dolayısıyla, “çocuk ve çocukluk” tartışmasını yaparken teknik ayrıntıya boğulmadan ve de okuyucunun dikkatini dağıtmadan ortak metne referans vererek okul öncesi eğitim programı üzerinden bir değerlendirmenin izlenmesinin doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyim.

ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERDE ÇOCUK VE ÇOCUKLUK 

Çocuk ve çocukluk kavramları birbiri ile aynı anlamı ve bağlamı içermese de zaman zaman birbirinin yerine kullanılmaktadır. Ancak bu iki kavram da “uzlaşılar” ve “ayrışmalar” üzerinden tanımlandığı için öncelikle bu iki kavramı kısa da olsa açıklamakta fayda vardır.

Çocuk, önceleri biyolojik bir kavram olarak insan yavrusu olarak ele alınırken, bilimsel çalışmalar ile birlikte biyolojik çalışmalara ek olarak psikolojik, sosyolojik, pedagojik, felsefi, hukuki ve pediatrik olarak ele alınan ortak uzlaşının sağlandığı bir kavrama evrilmiştir. Bu evrilme “çocuk” kavramını çocukların lehine uluslararası sözleşmelerde yeniden tanımlamaya olanak sağlamıştır. Bu sözleşmelerden en önemlisi BM Genel Kurulu tarafından 1989 yılında kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşmedir. Bu sözleşmeye göre doğumdan 18 yaşına kadar olan tüm insanlar çocuktur. Bu sözleşme ile çocuk haklarının etkili bir şekilde gözetilmesi için belirlenen ilkeler (ayrım gözetmeme, çocuğun yüksek yararı, yaşama ve gelişme hakkı ve katılım hakkı) Türkiye’nin de olduğu gibi sözleşmeye taraf ülkeler için yol gösterici niteliktedir. Bu ilkeleri şimdilik programdaki çocuk tahayyülü bağlamında ara ara hatırlamanızı tavsiye ederim.

Çocukluk ise daha çok bir yaşam dönemini ifade ederken aynı zamanda bu yaşam dönemi politik, kültürel, sosyolojik ve biyolojik çerçevenin içinde kalmış insan yaşamının bir dönemi olarak tanımlanmaktadır. Bu dönem kültürden kültüre, toplumdan topluma değişebilmektedir. Bazı toplumlarda çocukluk dönemi 14 yaşında bitebilirken, bazı toplumlarda bu 18 yaşına kadar uzayabilmektedir. Çocukluğun sona ermesi daha çok “çocukluğa” yüklenen anlam ve “çocuğa” yüklenen sorumluluklar ile karakterize edilebilir. Çocukluk dönemi eve gelir getirici işler yapabilme yeterliliği ile bitebilirken aynı zamanda eğitim sisteminin dışında kalabilme ile de bitebilmektedir, örnekler çoğaltılabilir. Dolayısıyla çocukluk politik bir inşadır; topluma ve çağa göre değişkenlik gösterebilir, bununla birlikte politik, ekonomik ve sosyal-kültürel iktidarların çocukluk tahayyülü bir anlamda bir yetişkin tahayyülü olarak da değerlendirilebilir. Bütün eğitim programlarının politik yaklaşımları ülkelerdeki iktidarların politikalarıyla ilişkilidir, bu yüzden Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nin çocukluğu ele aldığı politik bağlamının anlaşılabilir olması, aynı zamanda programın genel anlaşılabilirliğini de kolaylaştıracaktır.

TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ'NDE ÇOCUK

Tanımlar noktasında her şeyi açıklığa kavuşturabildiysek şimdi Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde tanımlanan çocuğa ve inşa edilen çocukluğa bakalım. Çocuk ve çocukluk nasıl ele alınıyor, nasıl inşa ediliyor ve nasıl kavramsallaştırılıyor? Öncelikle bütün öğretim basamaklarına yönelik hazırlanmış olan taslak programlarının temel metni olarak ifade edilen “Öğretim Programları Ortak Metnine” dayandırılması Türkiye’de yıllardır savunulan ve nispeten uygulanan, esnek, öğretmene özgürlük tanıyan, geliştirilebilir, çocuğun yüksek yararını gözeten ve eklektik bir yaklaşımdan vazgeçildiğini, daha tekçi, tekil bir yaklaşımın ve kontrolün benimsendiğini göstermektedir. Bu, bir anlamda çocuğun yeniden inşa sürecinde yeni insan tipinin yetiştirilmesindeki çerçeveyi belirlemek anlamına gelmekte ve çocuğu araçsallaştırmaktadır.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nin taslak Okul Öncesi Eğitim Programı’nın amaçlarına bakıldığında amaçlardan birinin “içinde yaşadığı toplumun değerlerine uygun davranışlar sergilemelerini sağlamak” (s.7) olduğu görülmektedir. Bu amaç bağlamında bir değerlendirme yapıldığında nasıl bir çocukluk tahayyülünün olduğu açık bir şekilde görülebilmektedir. Bu amaç, çocuğun “özne” yani “birey” olmasını engelleyen, edilgenleştiren, çocuğu bir toplumun bekasının aracı haline getiren, çocuğu pasif bir alıcıya dönüştüren ve bir şablona uyduran bir amaç olarak değerlendirilebilir. Ayrıca “yaşadığı toplumun değerlerine uygun davranışlar” bağlamında “yaşanılan toplum” ve “değerler” ile neyin kastedildiği açık değildir. Dolayısıyla bu amaca ulaşmak için taraf olduğumuz sözleşmede haklarını korumayı taahhüt altına aldığımız çocuğun biricikliği, özgünlüğü, özneliği, yaşama ve gelişmesi, yüksek yararı, ayrımcılığa maruz kalmaması, kararlarda katılımcı olması ihlal edilebilir.

MİLLİ MANEVİ DEĞERLER; ERDEM-DEĞER-EYLEM MODELİ

Bununla birlikte, taslak okul öncesi eğitim programında çocuklara kazandırılması gereken becerilerin “milli ve manevi” değerlerle ilişkilendirilmesi beklenmektedir. Bunun özellikle “Erdem-Değer-Eylem” felsefesine uygun yürütülmesi ve “erdemli insan” modeline erişilmesi tahayyülü; çocuğu iktidarın ideolojisinin önemli bir temsilcisi olarak inşa etmeye hizmet etmektedir. Eğitim planlamalarının ve uygulamalarının yapılabilmesi için “Erdem-Değer-Eylem Modelinin Uygulanmasına Yönelik İlke ve Esaslar” (s.113-114) belirlenmiş ve bu ilke ve esaslarla programın tüm bileşenlerinin nasıl uygulanacağı, çocuğun nasıl ele alınacağı, planlamanın nasıl yapılacağı ifade edilmiştir. Burada çocuk, kendisi için değil; başkası için, başkasının belirlediği çerçevede ve sınırlılıkta gelişebilmektedir. Bunun en açık vurgusu modelde yer alan nihai hedefin “Huzurlu Aile ve Toplum” ile “Yaşanabilir Çevrede Huzurlu İnsan” yetiştirme hedefinde olduğu görülmektedir. Bu hedefe ulaşabilmek için verilen değerler setinin çocuğun inşasında kullanılması ve çocuğa doktrine edilmesi çocuğun yüksek yararını ihlal etmektedir. “Huzurlu Aile ve Toplum” ile “Yaşanabilir Çevrede Huzurlu İnsan” modeli tek başına okulla sınırlı olmamakla birlikte devletin asli olan eğitim öğretim hizmetlerinin “Aile/Toplum Katılımı” adı altında başka kurum ve kuruluşlara devredilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla çocuğun yaşama ve gelişmesini sağlayan eğitim hakkı bir anlamda daha korunaksız hale gelmesine yol açabilir ve ihlal edilebilir.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli sadece “muhafazakâr” bir çocuk tahayyülü değil aynı zamanda “neoliberal” çocuk tahayyülünü de dikte etmektedir. Neoliberal çocuk tahayyülünün izleri en açık biçimde programda yer alan “Sistem Okuryazarlığı” bölümünde bulunmaktadır. Piyasa ve proje odaklı yaklaşımın belirgin bir biçimde yer aldığı taslak okul öncesi eğitim programında çocuk, piyasanın önemli metası ve projelerin edilgen eylemcisidir. Nihai hedef çocuğun özgürleşmesi değil, piyasa koşullarına uyumlu bir insana dönüşmesidir. Bu aynı zamanda çocuğu, emeğin ölçülebilir niceliğe indirgendiği projelerle; günü birlik, geçici, çerçevesi piyasa koşulları tarafından belirlenmiş eylemlerin uygulayıcısına dönüştürmektedir.

Sonuç olarak yazının başlığında da belirttiğim ‘yüzyılın “çocuk ve çocukluk” tahayyülü’ değerlendirmesini çocuk hakları bağlamında yapılması oldukça önemlidir. Hali hazırda askıda olan bu program, çocuğun hukuki, sosyal, pedagojik, pediatrik, psikolojik kazanımlarının “haklar” bağlamında ihlal edilmesini kolaylaştırabildiği gibi aynı zamanda da çocuğu metalaştırmaktadır. Programı hazırlayan ve programa katkı sunan uzmanların özellikle uzun yıllar sonra elde edilen çocuk hakları kazanımlarını göz önünde bulundurmaları beklenmektedir. Bununla birlikte çocuk hakları ihlallerinin yaygınlaşmasına zemin hazırlama potansiyeli olan bu programın, yeniden eğitimin tüm bileşenlerinin ve en önemli olan öznenin yani “çocuğun” da katılımı sağlanarak gözden geçirilmesi öncelikle kamu yararı sonrasında çocuğun yüksek yararının gözetilmesi açısından önemlidir.

Prof. Dr. / İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi