Yüzyılın seçimi: Yeşil Sol (HDP) ve Kürtler
Seçim sonucu HDP’nin kendisini yeterince anlatamadığını, politika ve tercihlerine yönelik bir taban eleştirisinin olduğunu ve bu ikisinin ortaya çıkardığı siyasete dair umutsuzluk halini gösteriyor.
Necat Keskin*
Bir önceki yazıda kabaca seçim sonuçlarının bir nevi “değişim korkusunu” ifade ettiğini, “kurulu düzen”in üstün geldiğini, fakat yine de Meclis dağılımına bakıldığında sonuçların gelecek için bir fırsat barındırdığını ifade etmiştim. Bugün de sonuçların Yeşil Sol (HDP) ve genel olarak Kürtler için ne anlama geldiği – tabii ki kendi penceremden- üzerinde duracağım.
Seçim öncesinde ve döneminde en çok tartışılan konulardan bir tanesi de Kürtlerin oylarını kime verecekleri ve temsilci konumundaki HDP’nin kimi destekleyeceği ya da kendi başına aday çıkarıp çıkarmayacağıydı. HDP’nin oy oranı itibariyle “kilit parti” konumunda olduğu ve onun desteklediği adayın kazanacağı görüşü ön plandaydı. HDP ve lokomotifi olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı, HDP’nin kapatılma davasının belirsizliği nedeniyle Yeşil Sol adıyla seçimlere girme (TİP kendi adıyla seçimlere girme kararı aldı) ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı aldılar. Ve bu kararla birlikte kanımca “kilit” parti olma konumu da kaybedilmiş oldu!
Bu şartlar altında ve kararlarla girilen seçimin sonuçlarına bakıldığında, Yeşil Sol (HDP) ve başını çektiği Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, aldığı oy sayısını kısmen arttırmış olsa da, oransal olarak ve milletvekili sayısı itibariyle bir düşüş içinde olduğu görülmektedir. Diğer yandan milletvekilliği seçim sonucu haritasına bakıldığında da Kürt illerinin büyük kısmının yine “Yeşil”e boyandığı görülmektedir. 2018 seçim sonuçları ile bir karşılaştırma yapıldığında ise şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır; HDP çatısı altında seçime giren ittifak bileşenleri 2018 seçimlerinde yaklaşık şimdiki oy sayısı ile (5.606.622) ve yüzde 11.53 oy oranı ile 67 milletvekilliği elde etmişti. Bu seçimlerde ise kendi parti logosu ile seçimlere katılan TİP’in aldığı oy sayısı ile birlikte toplamda 5.744.004 oy sayısı, fakat yüzde 10,55 oy oranı ile toplamda 65 milletvekili çıkarabildiler (61 Yeşil Sol, 4 TİP). Yeşil Sol’un oy sayısı ise 4.803.774 ve oy oranı ise yüzde 8,82. Dolayısıyla aldığı oy sayısı kısmi olarak artmış görünse de milletvekili sayısında 2 eksik ve oy oranı olarak yüzde 1'lik bir düşüş görünmektedir. Yine de Yeşil Sol ve HDP’nin gerçek oy potansiyelinin bu oranın üzerinde olduğunu, HDP’nin oylarının başka partilere gitmediğini fakat buradaki en önemli sorunun tabanın sandığa yönlendirilememesi olduğunu düşünüyorum.
Şöyle ki; Yeşil Sol’un çoğunluğu sağladığı illerde seçime katılımın Türkiye ortalamasının önemli oranda altında kalmış olduğu görülmektedir. Örneğin, katılım oranı Türkiye ortalaması yüzde 87 iken (İstanbul, İzmir ve Ankara’da bu oran yüzde 90’larda) Diyarbakır’da yüzde 81,7; Mardin’de yüzde 82,7; Van’da yüzde 78, 6; Ağrı’da ise yüzde 72,8 ve diğer illerde de oranlar aşağı yukarı bu şekilde. Yani, önemli bir oranın, yaklaşık yüzde 6-7’lik bir kesimin sandıklara yönlendirilemediği veya gitmemeyi tercih ettiği görülmektedir ve açık olmak gerekirse bu kesimin AKP ya da CHP tabanı olduğunu düşünmüyorum. Diğer yandan İstanbul, Ankara, İzmir gibi Türkiye’nin büyük kentlerindeki HDP seçmeni olan Kürtlerin ne kadarının sandıklara gitmediğini bilemiyoruz. Bunun araştırmasını da HDP’nin kurulları büyük ihtimalle önümüzdeki dönemde yapacaklardır!
Dolayısıyla objektif olarak bakıldığında ortada çok önemli bir başarısızlık görünmemektedir. Başarısızlık hem oy oranı hem de milletvekili sayısı bakımından yaratılan beklentinin çok çok altında kalınmış olması ve en önemlisi de tabanın bir kısmının sandığa yönlendirilememesidir. Böylesine büyük bir önem atfedilen ve büyük beklentilerle girilen bir seçimden beklentilerin altında oy alınması sonucunu da doğuran bu katılım azlığı ise bize;
1- HDP’nin (ve/veya Yeşil Sol’un) kitlesine kendisini yeterince anlatamamış olduğunu,
2- Politika ve tercihlerine yönelik bir taban eleştirisinin olduğunu,
Ve bu ikisinin ortaya çıkarmış olduğu siyasete dair “umutsuzluk” halinin varlığını sunmaktadır.
HDP, partinin kapatılma riski karşısında Yeşil Sol adı ile seçime girme kararını verirken, öyle görünüyor ki bunun nedenlerini kendi tabanına iyi bir şekilde anlatamadı ve belki de zamanın da kısıtlı olması nedeniyle Yeşil Sol Partiyi de iyice tanıtamadı seçmenine. TİP’in kendi adıyla seçime girme kararının ortaya çıkardığı ittifak içi tartışmaların da tabanın enerjisini olumsuz yönde etkilediği söylenebilir.
Aslında bu “anlatamama” hali ya da tabanla birbirini anlamama hali yeni bir şey değil. 2015 seçimleri sonrasında başlayan, hendek süreci ve sonrasında devam eden, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası belediyelere kayyumların atanması ile günümüze gelen bir süreç. O günden bugüne, Kürt siyaseti uzun süredir bir “kafa karışıklığı” içinde (ki daha önce de başka bir yazıda ifade edilmişti) yönünü bulamıyor bir türlü, siyaset üretemez durumda bir anlamda. Parti üzerindeki baskılar, sürekli bir şekilde “ötekileştirilmesi”, eş başkanlarının AİHM kararlarına rağmen “bir şekilde” içeride tutulmaları, milletvekilleri ve belediye başkanlarının tutuklanmaları, kazandığı hemen hemen tüm belediyelere kayyumların- hem de iki defa- atanmış olması ve üyelerinin sürekli bir gözaltı ve tutuklanma riskiyle karşı karşıya olmaları (ve alınmaları) bu siyaset üretememenin nedenlerinden bir kısmı olarak ifade edilebilir. Hakkını teslim etmek gerek ki aynı durumdaki bir başka siyasal parti şimdiye kadar çoktan siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalırdı. Fakat özellikle tabanın -her şeye rağmen- desteği ve sahip çıkması HDP’nin bugünkü varlığının en önemli nedenidir. Buna karşılık bu durumun partinin daha çok “merkez”e çekilerek tabandan ve tabanın duygu dünyasından ve sorunlarından uzaklaşması gibi bir sonucu doğurduğu da görülmektedir. Seçmen kitlesi ile iletişimde ve tabanı dinleme noktasında bazı sorunların olduğu da.
Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı seçimi için neden aday çıkarılmadığı da; Kemal Kılıçdaroğlu’nun neden desteklendiği ya da (iktidarı döneminde Kürtlerle ilişkili gerçekleşen tüm olumlu adımlara karşılık) neden AK Parti ile uzlaş(ıla)madığı ve neden Recep Tayyip Erdoğan’ın desteklenmediği de; ya da şimdiki Sinan Oğan ve ittifakının yaptığı gibi bir pazarlığın neden yapılmadığı da; başını çektiği ve lokomotifi olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı içindeki konumu ve diğer partilerle ilişkisi de -ki TİP olayında olduğu gibi seçmende Sol partilerin ittifak içinde özellikle karar alma süreçlerinde baskın oldukları kanısı da mevcut- anlatılamadı, ya da taban tarafından anlaşıl(a)madı! İktidara yönelik –anlaşılabilir nedenlerle- sert bir muhalefet yürütüp, uzlaşmaz bir tavır takınırken; yeri geldiğinde daha milliyetçi bir dil kullanabilen ve Kürtlerin toplumsal hafızalarında öyle çok da olumlu bir yer edinmeyen muhalefetin yanında yer alınmasının nedenleri de anlatıl(a)madı veya anlaşıl(a)madı! Seçim sonuçları ve katılım oranlarına bakarak, bu karşılıklı anlatamama ve anlaşılamama durumunun en azından tabanın bir kısmında da “kafa karışıklığı” yaratmış olduğunu ve dolayısıyla sandığa gitmeme gibi bir sonucu doğurduğunu ifade etmek mümkün.
Tüm bunlar, aslında HDP’nin kuruluş amacı, felsefesi, üzerinde yeşerdiği siyasal anlayışa bir nevi taban eleştirisi olarak da okunabilir. Her ne kadar lokomotifini Kürtler oluştursa da HDP bir “Kürt Partisi” olarak değil fakat bir “Türkiye” partisi olarak kuruldu. Demokratikleşen bir Cumhuriyet içinde Kürtlerin “Türkiyelileşme”si ile Kürt sorununun çözümünün mümkün olduğu ana tezinden yola çıkıyordu. Türkiye şartlarında ve Kürtlerin içinde bulunduğu koşullar düşünüldüğünde belki de en “makul” çözüm idi o günler için ve eğer bu “Türkiyelileşme” karşılıklı olacaksa bugün için de. Fakat “bu taraf”tan “Türkiyelileşme” vurgusu ön plana çıktıkça, “diğer taraf”ta daha milliyetçi bir dil ve anlayış ön plana çıkmakta ve bu da ister istemez bu tarafta soru işaretlerinin ortaya çıkmasını beraberinde getirmektedir. Toplamda yüzde 26’a varan “aşırı” milliyetçi oylar dikkate alındığında soru işaretlerinin oluşması da çok doğaldır. “Türkiyelileşme”nin kültürel, toplumsal ve siyasal bir karşılığının olması gerekir. Dolayısıyla, birlikte yaşayacaksa Kürtler ve Türkler ve Türkiye’de yaşayan tüm halklar, herkese ve özellikle de Türkiye Sol hareketine, demokrasi güçlerine daha çok iş düştüğünü de burada belirtmek gerekir.
Öte yandan, HDP şimdiki durumuyla bırakın “kilit” parti olmayı, her iki taraftan da dışlanan, hatta kimsenin aynı fotoğraf karesinde bile yer almak istemediği bir “öteki” konumunda. Taban tarafından çok açık bir şekilde gözlemlenen ve yine siyasete dair umutsuzluğu büyüten ve bence seçime katılımı da düşüren bu durumun sebebi yalnızca tarafların HDP’ye bakışı ve tavrında değil, aynı zamanda HDP’nin – bazen taban tarafından anlaşıl(a)mayan- tercihlerinde, yapıp yapmadıklarında da aranmalıdır.
Yeşil Sol ve HDP’nin seçim sonrası değerlendirmelerinde “mesajın alındığı” ifade edilmişti. Bununla birlikte ikinci turda da yine Kemal Kılıçdaroğlu’nu -biraz da erken- destekleme kararı aldılar. Halbuki “kilit konuma” gelen ATA ittifakı ve adayı Sinan Oğan’ın “desteğini satılığa çıkararak” her iki taraf ile görüşmeye ve ittifakı adına mümkün olan azami “kazancı” elde etmeye çalışması göz önüne alındığında, HDP (Yeşil Sol)’in erken tercihinin tabanında nasıl bir karşılık bulduğunu da 28 Mayıs akşamı değerlendirme imkanı bulacağız.
Şu son bir haftada HDP’nin kendi tabanını yaptığı tercihler konusunda ikna edip edemeyeceğini, özellikle sandığa gitmemeyi tercih eden kesimi sandığa yönlendirip yönlendiremeyeceğini hep beraber göreceğiz; fakat 28 Mayıs sonrasında HDP (veya Yeşil Sol veya DBP) içinde tabandan gelen ciddi tartışmalar yaşanacağını söylemek mümkün. Seçim sonuçları, kitle ile ilişkiler, ittifak yapısı, Türkiye Solu ile ilişkiler gibi güncel konular başta olmak üzere, 2015 seçim sonuçları, hendek süreci ve sonrası, çözüm sürecinin sona ermesi/erdirilmesi gibi “gecikmiş” konuların bu tartışmalara dahil edilmesi gerekir. Önümüzdeki yıl yapılacak olan yerel seçimleri de göz önüne alarak, Kürt siyasetinin yeni bir hikaye üret(ebil)mesi ve var olan siyasi tıkanıklığı açacak bir yol bul(abil)ması için HDP/Yeşil Sol, başta kendi özeleştirisini de yaparak, bu tartışmaları mümkün olan en geniş yelpazede yürütmek, kendisine yakın olan olmayan tüm Kürtlerin görüşlerini dinlemek durumundadır.
Bu seçimlerin özelde HDP (Yeşil Sol), genelde Kürt siyaseti için belki de en önemli sonucu bu olacaktır.
*Öğretim Üyesi/ Mardin Artuklu Üniversitesi