Zehirlenen köyde inceleme: Vakalarda su ve kurban eti öne çıkıyor

Bolu’da su kaynaklı zehirlenmelerin yaşandığı Yuva köyünde incelemelerde bulunan Doç. Dr. Seval Alkoy, su depolarının temizliğinde sahipsizlik olduğunu söyleyerek kurban atıklarına dikkat çekti.

Yuva köyünün su deposunda da incelemeler yapıldı.
Google Haberlere Abone ol

Ahin Aslan

BOLU - Bolu’ya bağlı Yuva köyünde, Kurban Bayramı itibariyle içme suyundan zehirlendiği öne sürülen 141 kişi ateş, ishal, karın ağrısı ve mide bulantısı şikayetiyle hastaneye başvurdu. Hastalardan 49 yaşındaki Eyüp Ertem hayatını kaybetti, 101 kişinin tedavisi tamamlandı, 39 kişinin ise tedavisi devam ediyor.

Aralarında çocukların da bulunduğu zehirlenme vakalarının bazılarında hemolitik üremik sendrom (HÜS) hastalığı tespit edilirken, ekipler inceleme için su deposu, şebeke suyu ve gıdalardan numune aldı.

Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Seval Alkoy

Yaklaşık 400 kişinin yaşadığı Yuva köyünde incelemelerde bulunan Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Seval Alkoy köydeki izlenimlerini anlattı. Alkoy’a göre uzun süre temizlenmeyen su depolarında oluşan yosun ve organik atıklar, depoya atılan klorun etkisini ortadan kaldırabilir.

Alkoy, ayrıca kırsal alanlarda su depolarının nasıl ve kim tarafından dezenfekte edileceğine dair bir belirsizlik olduğunu belirtti.

‘SU DEPOLARI YOSUN TUTMAYACAK MALZEMELERLE DÖŞENMELİ’

Zehirlenmelere neden olarak akla ilk suyun geldiğini ve klorlama çalışmalarına başlandığını belirten Alkoy, su borularının adım adım incelendiğini ancak bulaşın nasıl gerçekleştiğinin açıklanmadığını söyledi. Alkoy, depoların yosun tutmayacak malzemelerle döşenmesi önerisinde bulundu.

‘KURBAN ETİNİN DAĞITIMI YOL AÇMIŞ OLABİLİR’

Alkoy, kurban kesimi yapıldığı sırada hayvanların bağırsaklarından çıkan atıkların ete temas etmiş olabileceğini de dile getirdi.

Yanlış kurban eti kesiminin hastalanmalara yol açabileceğini vurgulayan Alkoy, “Hayvan atıklarının temas ettiği etler hanelere dağıtılmış olabilir. Diyelim ki, aynı yerde birkaç kurban kesildi. Önceki kesimden bulaş gerçekleştiyse kesilen kurban temiz dahi olsa etrafa sıçrayan atıklar nedeniyle bakteri bulaşmış olabilir. Dolayısıyla kurban etinin dağıtımı birçok vakaya yol açmış olabilir” dedi.

Dereye kanalizasyon giderlerinin karışmış olabileceği düşünülüyor.

‘GIDA ANALİZLERİNDE GEÇ KALINMIŞ GÖRÜNÜYOR’

İçme suyu deposunun yanındaki dereye başka köylerin kanalizasyonun da karışmış olabileceğini söyleyen Alkoy, “Yukarıdaki köylerin kanalizasyon atıklarının o dereye bırakıldığı bilgisi verildi. Eğer kanalizasyon o dereye akıtılıyorsa ve dere kirlendiyse, o dere suyundan sızıntı olmuş olabilir. Dere, su kuyusuna 10-15 metre mesafede. Deponun içini göremedim ne ölçüde yalıtılmış olduğunu da bilmiyorum” diye konuştu.

Zehirlenmelerin en fazla çocuk ve yaşlılarda görülmesinin kişinin bağışıklık sistemi ile ilişkili olabileceğini aktaran Alkoy, salgın yönetiminin bilimsel bir yöntemle yürütülmediği durumlarda kaynağın bulunma süresinin geç olabileceğini ifade etti.

“Zehirlenme vakalarında su veya et kaynağı üzerinde duruluyor" diyen Alkoy, "Ancak bulaş, su ile yıkanan sebze ve meyvelerle de olabilir. Bütün olasılıklar dikkate alınarak sistematik bir çalışma yürütülmeli. Konuyla ilgili işin profesyonellerine ve bu alanda çalışanlara eldeki verilerin şeffaf bir şekilde sunulması ile olası nedenlerin ortaya koyulması söz konusu olabilir. Bu yapılıyor mu bilmiyorum. Yapılıyorsa da bir halk sağlıkçısı olarak bunun içinde değilim. Gıda analizlerinde sanki biraz geç kalınmış gibi görünüyor. İlk andan itibaren gıda kaynaklarının da düşünülüp araştırılması daha iyi olurdu" ifadelerini kullandı.

‘KURBAN ATIKLARI İLE BAĞLANTILI OLABİLİR’

Hastalığın kuluçka süresinin sekiz güne kadar uzayabildiğini, tek bir kaynağın söz konusu olması halinde aniden çok sayıda kişinin hastalanması gerektiğini söyleyen Alkoy şunlara dikkat çekti: “Tek günde olup bitmiş bir şey değil, devam eden bir şeymiş gibi görünüyor. Eğer bir tek yemekten olsaydı, birden çok sayıda kişi hastalanırdı ve sonra dururdu. Vakaların zamana yayılmış bir şekilde çıkıyor olması, kaynağın devam ettiği ve ilk müdahalelerin yetersiz olduğunu gösterir. Yapılan müdahalelerden sonra eğer vaka çıkmıyor ise salgının kontrol altına alınmış olduğu düşünülebilir. Eğer saptanamayan bir kaynak varsa, tekrar su verilmeye başlandığında vaka sayılarında yine artışlar olabilir. Benim izlenimime göre, hastalık kurban atıkları ile bağlantılı olabilir.”

‘SU DEPOLARININ TEMİZLİĞİNDE BİR SAHİPSİZLİK VAR’

Kırsal alanlarda su depolarının nasıl ve kim tarafından dezenfekte edileceğine dair belirsizlik olduğunu vurgulayan Alkoy, köylüler ile yaptığı görüşmelerde su depolarına kimin, ne zaman, ne kadar klor atacağı ve deponun ne sıklıkla temizleneceği konusunda bir sahipsizlik olduğunu söyledi.

Kırsal kesimlerin çok sayıda su kaynağından besleniyor olmasının su güvenlik sorununa yol açtığını belirten Alkoy, “Gerek kaynakta gerek kullanım alanına kadar yol boyunca bir su güvenliği sağlanmalı. Kırsal kesimde su güvenliğinin sahibi yok gibi görünüyor. Bolu, pek çok yere göre sudan yana daha zengin. Bolu’da hangi köye gitsek pek çok kaynak sayıyorlar” ifadelerini kullandı.

BÖLGEDE DAHA ÖNCE TULAREMİ HASTALIĞI ORTAYA ÇIKTI

Gerede, Yeniçağa, Yuva, Tatlar köyleri ve çevresinde 2010 yılında su kaynaklı Tularemi hastalığının ortaya çıktığını hatırlatan Alkoy, “O salgından sonra Bolu İl Sağlık Müdürlüğü, kırsal yerleşim yerlerinde bulunan su depolarına yönelik yoğun bir ıslah çalışması yürüttü ve salgın kontrol altına alındı. Ara ara vakalar çıkıyor. Ama daha az sayıda kişide görülüyor ve anında müdahale edilebiliyor. O salgında üst üste üç yıl fazlaca vaka saptanmıştı” dedi.