Zehirli sarmaşık: Neoliberalizm, muhafazakarlık, İslamcılık
Neoliberalizm, muhafazakarlık, İslamcılık... Şer ittifakı diyebileceğimiz bu üç politik tutum sarmaşık gibi birbirine dolanarak, ortak çıkarlarına en uygun kıvamda insanı şekillendirmek için planladığı toplum düzeninde önce aileyi yeniden inşa ediyor. Bireylerden oluşan bir kurum olmaya devam eden aile artık politikanın öznesi olduğunda kaçınılmaz olarak bireyler, özne ailenin nesnesine dönüşüyor, dönüştürülüyor.
Erken Cumhuriyet döneminin temel meselesi nüfus artışı ve artan nüfusun ekonomik kalkınmaya kanalize edilmesiydi. Bu çerçevede nüfus, sağlık, eğitim, tarım ve sanayileşme politikalarının odağında ailenin yer aldığı görülür, hane sayısı gibi hane halkının sayısı ve işgücü ya da iş görebilirlik durumu dikkate alınarak politikalar oluşturuldu. Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren hem kalkınma politikalarında hem sosyal yaşamın düzenlenmesinde aile, önemli bir kurumdu. Bir başka deyişle aile kurumu devlet politikalarının ve toplumsal düzenin, iletişim ve etkileşimin nesnesiydi. Aile bireyleri ise bir nesne olarak aile kurumunu oluşturan özneler, yurttaşlardı.
61 Anayasası'na göre de aile devlet için toplumun en küçük birimi olarak önemliydi. Korunmasına gösterilen özen yine kalkınma planlarında yer aldığı şekliyle ekonomi, nüfus, sağlık, eğitim, sanayi, tarım ve benzeri politikalarının nesnesi olmaya devam ediyordu. 82 Anayasası'nın uygulandığı ilk dönemlerde hala toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen aile, sosyal politikaların da konusunu teşkil eder hale gelmişti. Özal’lı yıllar, Bush ve Thatcher yönetimleri gibi ülkemizde de hem neoliberalizmin hem muhafazakarlığın (yeni sağcılık/neo-con) yükseldiği zamanlardı. Ve işte bu dönemlerden başlayarak aile, sosyal politikaların odağına yerleşmeye başladı. Sosyal araştırmaların konusu olarak devlet bakanlığına bağlı ve aileyi odağına alan Sosyal Araştırma Merkezi kuruldu. İlk aile şurası bu merkezin faaliyetlerindendi ve 90’ların sonu gelmişti. Ancak aile hala tüm bu çalışmaların eskiden olduğu gibi nesnesi olarak kullanılan bir kurumdu. Derken AKP’li yıllar başladı. Unutmadan bir not daha düşeyim 90’larda sözü edilen araştırma merkezi öncesinde yine bir Devlet Bakanlığı bünyesinde Kadın Bakanlığı kurulmuştu. Ardından aile odaklı merkez gelmişti.
AKP iktidarının ilk yıllarından itibaren aile politikalarında belirgin bir değişim yaşandı. Örneğin Sosyal Araştırma Merkezinin ismi değiştirildi. Sosyal Araştırma ve Aileyi Geliştirme Merkezi (SAGEM) adı verilen kurum Devlet Bakanlığından alınarak doğrudan Başbakanlığa bağlandı. 2010’da Kadın Bakanlığı kapatıldı. Yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu ve kadın bakanlığına Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü adı verildi. Aile araştırma merkezi de yine aynı bakanlığın bünyesinde bir genel müdürlüğe dönüştürüldü. Kadın haklarında yaşanan her ilerlemenin aile aleyhine geri adım atmak anlamına geldiği yönündeki muhafazakar önyargının, hükümet politikalarının temeline yerleştiği zamanlardan söz ediyoruz yani. Eril restorasyonun argümanı olan kadın kazanımlarının ilerlemesiyle erkeklerin hak kaybına yol açıldığı sanrısı iktidardaydı artık.
Bir parantez açarak 2000’lerin başından 2012’ye kadar kadın kazanımlarında yaşanan ilerlemenin devam ettiğini belirtmek gerekir. Bu ilerleme 80’lerden itibaren yükselen kadın hareketinin ulus ötesi/üstü kadın hareketleriyle de işbirliği halinde geniş ittifaklar oluşturduğu kampanyaların gücünden kaynaklanıyordu. Medeni Yasa ve bu kanunun Aile Hukuku bölümünde ve Ceza Kanunu'nda kadınlar lehine cinsiyet eşitliği yönünde yapılan iyileştirmeler bu döneme rastlar. Aynı zamanda bu yıllar AKP’nin kendisini ülkeye ve dünyaya muhafazakar demokrat olarak pazarladığı yıllardı. Ve bir AB çıpası vardı. Kadınlar çalışıyordu, kadın hareketinin çok sayıdaki farklı örgütü ortaklaşıyordu ve sosyal, siyasal ortam da elverişliydi. 90’larda yürürlüğe girmiş olan şiddetle mücadele yasasında iyileştirme yapmak yerine yeniden bir şiddet yasası oluşturmaya, İstanbul Sözleşmesi’nin Avrupa Konseyinde hazırlanmasından Türkiye tarafından çekincesiz imzalanmasına kadar geniş ölçekli iyileşmeler de bu arada yaşanmıştı. Her kadın kazanımına mukabil aile politikasının da adım adım ilerletildiği günlerdi. Ancak 2013’e kadar kadın kampanyaları gümbür gümbür topluma duyurulduğu halde hükümetin aile politikaları sessizce, derinden ilerledi. Derken İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı yavaş yavaş duyulur olmaya başladı ve nihayet 2016 Şubat-Mayıs arasında faaliyet gösteren Boşanma Olaylarının Araştırılması… ile başlayıp uzayan ismiyle Meclis Komisyonu, 80’lerden itibaren elde edilen tüm kadın kazanımlarını, eril restorasyon lehine teşrih masasına yatırdı.
Ve geldik günümüzün konusu olan aile çalıştaylarına, 8. Aile Şurası'na ve Uluslararası Aile Hukuku Sempozyumu'na. Ve bu kadar uzun girizgahtan anlaşılacağı üzere artık son beş altı yıldır aile, devlet politikalarının nesnesi olarak kullanılmıyor. SAGEM artık sosyal etkileşimin öznesi olarak tanımlıyor aile kavramını. Politikanın nesnesi olmaktan çıkıp öznesine dönüşen aile artık bir kurum değil bir varlık olarak tanımlanıyor. Bireylerden oluşan bir kurum olmaya devam eden aile artık politikanın öznesi olduğunda kaçınılmaz olarak bireyler, özne ailenin nesnesine dönüşüyor, dönüştürülüyor. Bu gidişi TİHEK tarafından aile hakları kavramının icat edilmesinden itibaren görebiliyoruz. Kadın hakları savunuculuğunun ayrımcılık olduğu iddiasıyla örtüşen bir tanımla diyorlar ki: Kadın, çocuk, engelli, hasta ve yaşlı hakları ayrımcılığına düşmeyen bütünlüklü aile yapısı, sosyal iletişimin ve etkileşimin öznesidir. “Ailenle, çocuklarınla birlikte yatıp yuvarlanacağın millet bahçeleri…” gibi retorikler, tüm bu arka planın halka sunumundan ibaret. Aile yardım paketleri ve sair politikalar da bu gidişin sesini artık yükseltme zamanı geldiğinde duyulur olmuştu. Şimdilerde evlilik kredisi ihdas edildi malum. 18-27 yaş aralığındaki gençler evleniyorsa eğer üç yıl geri ödemesiz ve faizsiz kredi verilecekmiş. Toplumu yoksullaştırıp, yoksul ailelerdeki gençleri erkenden evlendirip nüfus arttırırken özellikle kadınları eğitim ve istihdamdan uzaklaştırıp eve bağlayacak bu politika iktidarın aile ideolojisine dahil elbette.
Peki, bu aile ideolojisini bunca uzun zamandır kurgulayıp istikrarlı şekilde yürütürken iktidarın işini kolaylaştıran elverişli koşullar nelerdi? İktidarın aile ideolojisi, ailecilik ya da kutsal aile olarak basitçe ve yaygın olarak kullandığımız politikayı mümkün kılan sacayağından söz etmek gerekir. Üç farklı ideolojinin dönemsel ittifakı ya da zaman zaman beliren işbirliği ile yükseldi iktidarın aile politikası. Sermayenin haklarından gayrı hak tanımayan neoliberalizm ile uyumlu ilerledi iktidar. Demokrasi o kadar da önemli bir şey değil neoliberal politikalar için. Eşitlik ise üstünlerin eşitliği yeterli. Dağdaki çobanla holding sahibi eşit olacak değil ya… Özgürlük ise patronun emrinde çalışmakta sonsuz özgür; sendikal haklar ve toplu sözleşmede alabildiğine kısıtlı; vergiler halka-ücretliye hem doğrudan hem dolaylı, sermayeye indirimli, aflı. Bundan ötesi can sağlığı… Üstelik kadın istihdamı kreş ister, doğum izni, süt izni, bebek çocuk bakımı için sık izin isteyen çalışanı göze almak gerekir. Oysa kadın evinde otursa erkek çalışanın, verimli çalışması için onun özel yaşamını düzenleyerek sermayeye hizmet etse ne âlâ. Yani neoliberal politikalarla iktidarın aile ideolojisi pek uyumlu.
Diğer yandan muhafazakarlık bir politika olarak kesinlikle eşitlik ve özgürlük karşıtı olduğu gibi demokrasiden de tırsar. Öyle herkesin kendi aklıyla karar vermesi toplumda kaos yaratır. Modernite ya da sanayi öncesi geleneksel tarım toplumunda devletlerin aile diye bir yükü yoktu. Cemaat, aşiret, klan düzeninde yaşanırken aile meseleleri bu yapıların iç dengesine terk edilmişti. Aile hukuku açısından devletlerin sorumluluk taşımadığı bu zamanlarda oluşmuş gelenekler şimdi de aile adı altında devam etsin. Eril şiddetmiş, cinsiyet eşitliğiymiş, nafaka, tazminat, velayet, boşanma davaları imiş bunlar devlete ağır yük. Muhafazakar politikacılar da orta ve yeni çağlara dönülemeyeceğini biliyor ama işbirliği yaptığı neoliberal özelleştirme politikalarından yararlanmayı da biliyor. Yargıyı özelleştirmek anlamına gelen arabuluculuk sistemine ki tumturaklı bir isimle alternatif çatışma çözümleri diyerek aileyi de eklemek icat edildi böylece.
Sacayağının üçüncü direği ise İslamcılık. İster siyasal İslam ister İslamizm diyelim fark etmeksizin dinin politik kurama dönüştürüldüğü bu format kolayca muhafazakar politikayla ittifak edebiliyor. Malum hemen her devirde yeni şekil almakla maruf dinamik bir siyasal pozisyon olmasına rağmen muhafazakarlık, çoğunlukla dindarlarla içli dışlı olagelmişti. Üstelik İslamcılık da cinsiyet eşitliğini ret eden, bireysel özgürlük yerine muhafazakarlıkta olduğu gibi geleneğin kurallarını önceleyen bir yapıya sahip. İnsanın değil yaratanın ve kaçınılmaz olarak yaratanın yer yüzündeki temsilcisi sayılan ruhbanların aklı eleştirilemez, tartışmaya açık değildir. Sözün bu kısmında kimse İslam’da ruhban yok demeye kalkışmasın. İslam’da olmayan öyle çok şey Müslüman toplumlarda var ki ruhban sınıfı da bunlardan birisi. Ruhbanların, geleneğin, toplumun yüzlerce yıllık tecrübenin yarattığı ortak akıl senin, benim aklımdan üstün. E günümüz toplumunda geleneksel düzen yıkılmışsa aileyi güçlendirip geleneği sürdürme görevini aileye bırakırsın, bizim AKP iktidarının ve yeni sağ siyaseti temsil eden benzer iktidarların yaptığı gibi.
Şer ittifakı diyebileceğimiz bu üç politik tutum sarmaşık gibi birbirine dolanarak, ortak çıkarlarına en uygun kıvamda insanı şekillendirmek için planladığı toplum düzeninde önce aileyi yeniden inşa ediyor. İnsan hakları mı demiştiniz? Aileyle birlikte kadın ve çocuk hakları mümkün mü? Her şeye rağmen demokratik ve eşitlikçi aile kurmanın imkanı üzerine gelecek yazıda düşünelim.