Zihnin büyüleyici sahnesinde Samsara

Hüseyin Saylan’ın romanı 'Samsara', h2o Kitap tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Umberto Eco, 'Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti' kitabında "Casablanca" filminin sonuna karar verilmeden, günü gününe çekildiğini yazar. Ingrid Bergman çekim sırasında "büyüleyici bir gizemlilik havası" taşır, "çünkü sette rolünü oynarken seçeceği adamın hangisi olduğunu bilmemekte, dolayısıyla her ikisine de aynı yumuşaklık ve belirsizlikle gülümsemektedir." Burada Bergman ve diğer oyuncular için kurmaca hiç olmadığı kadar hayata benzemiştir, onun gibi belirsizliklerle yüklüdür; kurgunun görülmez halesi hayatın içine doğru dağılmıştır.

Son zamanların edebiyat tartışmalarında kudreti en çok tartışılan konum yazarınki oldu belki de. Bir zamanların yarı-tanrısı, (o kudretinden sual olunmaz yaratıcı) için artık ölümden bahsediliyordu. Metnin mülkünün kayıtsız şartsız ona ait olduğunu söylemek eskisi kadar kolay değildi artık. Ama etkisi her geçen gün daha çok hissedilen bu saptama Bergman’ınkine benzer bir havayı da arkasından sürüklemedi değil. İşte, Hüseyin Saylan’ın yakınlarda yayınlanan romanı 'Samsara' okuru Bergman’ınkini andırır bir büyüleyici gizemliliğe davet ediyor.

16. yüzyılda idam edildikten sonra Galata ve Topkapı sırtlarına musallat olan pederinin hayaletinin peşinde gezinen bir Rasıd, 2046 senesinde kara enerji transformatörü ile eşinin intiharı öncesindeki bilinci ile iletişim kurmaya çabalayan bir bilim insanı…

İKİ FARKLI YAZARIN MÜCADELESİ

Samsara, Hüseyin Saylan, 272 syf., h2o Kitap, 2024.

Parçalı metin, metinlerarasılık ve tiyatro-roman geleneğinin renkli bir temsilcisi olan 'Samsara', iç içe örülmüş ve birbirinin eksik parçalarını tamamlayan otobiyografi ve biyografi katmanlarından oluşmakta. Bu katmanlar içinde bütün el yazmalarını, mektupları, tiyatro sahnelerini, rasathane çizimlerini, diyalogları bir araya getirerek tırnak içerisine alınabilecek "gerçek" ve "yazar" sıfatlarını elde etmeye çalışan iki farklı yazarın kıyasıya mücadelesine tanıklık ediyoruz. Roman her ne kadar bu iki yazarın yıllar içindeki mücadelesinden bahsederek başlasa da asıl olay örgüsünü belirleyen iki farklı düzlem bulunmakta. İstanbul ve Hven Adası’nda kurulan iki rasathane, Osmanlı ve İran arasında süregelen savaşlar, veba salgını, gözlemlenen kuyruklu yıldız ve Anadolu coğrafyasında çıkan isyanlar 16. yüzyılda geçen hikayenin tarihsel altyapısını oluştururken, 2040’larda geçen diğer hikayedeki olaylar ise Cern laboratuvarlarına düzenlenen bombalı saldırı sonrasındaki mahkeme süreci ve 2150’deki makro dünyaya astral seyahatler yapan yoga eğitmeni Ludmila üzerinden gelişiyor.

16. yüzyıl Osmanlı tarafı için tarihi polisiye romanı, 2040’lardaki Cern tarafı için ise bilim kurgu romanı tanımları kullanılabilir. İlk bakışta birbiri ile hiçbir ilişkisi olmadığı izlenimi veren bu iki hikaye sadece tür olarak değil karakterler, dil ve olay örgüsü ile de birbirinden belirgin olarak ayrışmakta. Saylan’ın romanının en dikkat çekici özelliği bu iki farklı hikayeyi incelikli bir biçimde birleştirmeyi başarmış olması.

İlginç bir gözlem olarak şu da eklenmeli, Hüseyin Saylan, Deepak ile tekâmül intiharını tercih eden eşini anlattığı kısımlarda, etkileyici bir lirizme ulaşıyor. Bu kısımlarda roman hiç olmadığı kadar "gerçeklik"e ayak basıyor ve "normalleşiyor"! Fakat yazarın bu gerçekliği ne kadar istediğini tartışmak bile gereksiz. Zira, Saylan romanı bu ilişki üzerinden kurmaya yanaşmıyor ve bizi sürekli 16. ve 21. yüzyıllar arasında gidip gelen esrik maceraya çekmeye çalışıyor. Yazarın, Deepak ve eşi Ludmila’nın hikayesini bütün ayrıntılarıyla anlattığı tiyatro kitabının da (KAPİTONE) geçtiğimiz sene h2o kitap tarafından yayınlandığını belirtmek yerinde olur.

Neticede, 'Samsara' okura karmaşık bir metinler âleminden seslense de keyifle ve merak duygusu sürekli ayakta, okunan bir roman. Böyle karmaşık bir yapı içinde bu akıcılığa ulaşmak dikkate değer bir başarı. Romanın son dönemlerde karşımıza çıkan benzer metinlerden ince dil işçiliği ile ayrıldığının da altı çizilmeli.