YAZARLAR

Zindan ettiniz bu yalan dünyayı!

Ne görüyoruz? Aslında kaçırma, alıkoyma, çocuk istismarı, sürekli tehditten oluşan, üstelik şüpheli şahsın 10 sabıka kaydının bulunduğu, “Geliyorum” diyen, Sıla’yı çoktan kuşatmış bir hiddet-şiddet var.

Sıla karşıma geçti.
Nasıl da güzel gülüyor. Nasıl da zeki bakıyor. Nasıl da hayat dolu görünüyor. Nasıl da geleceğe dönmüş yüzü.
Ben, iki kız babası, onu ekrandan görüyorum, o bize gökyüzünden bakıyor.
Şimdi bir mezar taşında donacak soyadı, Şen bir Türk!


Yurdumda “müjdeler” uçuştuğu sırada, 21 yaşındaki Hüseyin Can, 16 yaşındaki Sıla’nın boğazını kesti.
Sıla o sırada yarı felçli, konuşamayan, duyamayan hasta babaannesine bakıyordu.
H.C.’nin tehditlerinden korunmak için T.C.’nin “Çocuk Sevgi Evi”ne alınmış, ama hastaya baksın diye de oradan çıkarılmıştı.
Babaanne torununu kurtarabilmek için sessiz çığlıklar attı, öyle tanık oldu ölümüne.

O an orada, aşağıdakilerin hepsi yoktu, elbet bıçağı kapıp vuran el onların değildi ama Sıla’nın kaderi sadece küçük bir hikâyede değil; bizim büyük, çürümüş, bilhassa kadınlara, kızlara, çocuklara çullanmış kara defterimizde yazılıydı muhtemelen.

Cinayet, diyanet, ihanet, hiddet, şiddet, tecavüzde rıza, çocuk evliliklere fetva, İstanbul Sözleşmesi’ne veda, nafakaya toptan nefret, iyi hal indirimleri, mazur gören kültür, suçu kadının kızın “acaba ne yaptı”sında arayıp duran kimi erkek ve kimi kadın kokuşmuşluğu, kız çocuğu peşinen suçlu gören, ezen, iten kimi aile cehennemi, her gün kadını aşağılayan erkek dili, otoriteye, erkek gücüne tapan militarist gündelik hayat…

Hepsi sanki buluşmuş, tek vücut olmuş, o sırada da Sıla’nın üzerine yürümüştü.

Elindeki kan zaten kurumamıştı; bu yekpare hiddet, şiddet ve nefret kültürünün bir başka “adam”ıyla, bir gün önce, Balıkesir’de 18 yaşındaki 4 aylık hamile Hazal Alpyörük’e saplamıştı bıçağı.
Ondan hemen önce de Mersin’de, 20 yaşındaki işitme engelli Edanur Candan’ı, Sıla gibi boğazından keserek yok etmişti o kanlı ve esasen “organize” bıçak!

Sıla’nın katledilişinin haberlerini okumuşsunuzdur zaten.
Ben sadece alt alta, madde madde sıralamak istedim. Bu maddelerin daha farklı biçimleri var. Ben buna sadık kaldım. Zaten öncesinde ne olursa olsun, önemli olan cinayet:

1.Sıla, eğitim alanı olan turizm üstüne oluşturulmuş bir Whatsapp grubunda Ankaralı Hüseyin Can Gökçek ile tanıştı.
2. H.C. belki de Sıla henüz 15’indeyken Giresun’a gitti, birlikte vakit geçirdiler; 22 Mart'ta Sıla’yı kaçırdı ya da tut ki kaçmaya ikna etti.
3. Üç gün sonra H. C. “Çocuğun cinsel istismarı” ve “Çocuğun kaçırılması, alıkonulması” suçlarıyla tutuklandı.
4. Sıla da, “çocuk ya”, Acil Koruma Kararıyla devletin “Çocuk Sevgi Evi”ne alındı.
5. Nisanın 12’sinde tedbirli olarak ailesinin yanına verildi Sıla.
6. Aile H.C. hakkındaki şikâyeti geri çekince, H.C. “yarı engelli” raporuyla da serbest kaldı. (Ya aile ek bir tehdide maruz kaldı ya da “evlilik vaadi”ni kabullenip “işi tatlıya bağlamak” istedi! İhtimal sadece.)
7. Aile nişan izni verdi ya da nişan kararı aldı.
8. Koruma altına almış, saldırganı hapse atmış devlet birimlerinin aileyi uyarıp uyarmadığını bilmiyoruz ama, dendiğine göre, aile “damat adayı”nın çılgın bir aşık değil, 10 suçtan sabıkalı olduğunu öğrendi ve nişanı bozdu!
9. Nişan bozulunca, H.C. yine tehditlere başladı.
10. Tehditlerin artması üzerine, Sıla yine “Çocuk Sevgi Evi”nde korumaya alındı.
11. Geçen Aralık’ın 7’sinde “Felçli babaanneye baksın” diye, Sıla aile talebiyle, devlet korumasında “Çocuk Sevgi Evi”nden ayrıldı.
12. Sıla öldürüldükten sonraki Bakanlık açıklamasına göre, “Aileyle 20 Ocak’ta bir görüşme yapılmış ve yeni tehdit olmadığı bilgisi alınmıştı.
13. H.C. Giresun Merkez Erikliman Köyü’ndeki babaanne evine geldi, Sıla’ya bağırdı çağırdı ve sonra boğazını…

Bu 13 maddenin görmediği, bilmediği, hissetmediği daha birçok ayrıntı vardır ama anlaşıldığı kadarıyla başı, sonu, ana hattı böyle, bu felaketin.

Ne görüyoruz?
Aslında kaçırma, alıkoyma, çocuk istismarı, sürekli tehditten oluşan, üstelik şüpheli şahsın 10 sabıka kaydının bulunduğu, “Geliyorum” diyen, Sıla’yı çoktan kuşatmış bir hiddet-şiddet var.
Ailenin bir ara şikâyetten vazgeçen teslimiyeti ve kızlarını belki de nişana zorlamaları (kesin bilmiyoruz ama “namus temizliği” kültüründeyiz…) ile belki de cüreti artan birisi var.

Devletin aslında tanık olduğu, sanık yaptığı, müdahil olduğu, koruma kararı aldığı ama dikkatinin dağıldığı, ihmal ettiği bir son bölüm var.

Bir de şu var. Sıla’yı geri getiremeyen ama diğer çocukları kurtarabilmek için bize yeterince fikir veren bir şey:
Bir tür kültürel, dinsel, sosyal zihniyetle; kendi fikri bile olmadan evlendirilmesi, çocuk sahibi yapılması, bu zincirde şiddete uğraması, ezilmesi, itaat ve biat etmesi istenen çocukların esasen çocukluklarını tescil eden kanunlar ile “Sevgi Evi” de var.
Hepsinde özne, “Çocuk.” Yani o yaşlar hâlâ çocuk!
Büyükler tarafından rahat bırakılası, ömürleri, ufukları, hayalleri boğulmayası çocuklar, bilhassa kız çocuklar!

Giresun girişinde olduğu için kocaman “Fındığın Başkenti” tabelasına ev sahipliği yapan Eriklimanı, Sıla’nın katlinden önce, Giresun’da “2022’nin ilk cinayeti”nin de işlendiği yermiş!
Aktarayım:
Müjgehan Hanım kocasıyla bir yılbaşı eğlencesine katılmış. Sonra kayınvalidenin Erikliman’daki evine gitmişler. Orada karı koca tartışması çıkmış…
Müjgehan Hanım cinnet geçirmiş diyorlar ya sonradan, bıçağı kapmış. Kocası kaçarken araya giren 76 yaşındaki kayınvalide Fadime Hanım’a saplamış.
Yetinmemiş. Evi de ateşe vermiş.
Sonra, hemen pişmanlık gelmiş. Kendisi de muhtarlık azası olduğu için muhtara cinayeti haber vermiş, Facebook sayfasına da “Böyle olsun istemedim. Haksızlıklara gelemedim. Doğum günüm kutlu olsun karanlık kapılarda” yazmış.

Kadınların ruhsal, fiziksel, cinsel, dinsel, ailesel, bin türlü cendere içinde olduğu, iki yılda sadece “balkondan düşen” kadın sayısının 28’i bulduğu, her yıl çoğu genç, 300 kadar kadının erkekler, kocalar, eski kocalar, sevgililer, yavuklular, takıntılar, aileler tarafından katledildiği; çocukların, kız çocukların bin türlü istismarla kuşatıldığı ülkeden Erikliman’a iki ayda düşen iki cinayet böyle!

Bu ülke, o gülen yüzüyle elbet Sıla özlemi çekecek.
Hiç unutmayalım.

2018’di, bir kız kaçırma meselesinden Zonguldak Ereğli’de bir evi basan “adam” 11 yaşındaki Sıla’yı öldürmüştü.
Son Sıla’mız, son canımız da, o sene öldürülen adaşıyla aynı yaşlardaymış…
Hep gülümseyerek iyi şeyler beklediği bu ülkede, melek olmuş yaşıtı adaşından sadece dört yıl daha fazla yaşayabildi Sıla!

Onun hayatının 16 yaşında bittiği Erikliman’da, yeni bir “lüks” konut sitesi ilanı diyordu ki, “Hayatın tadını çıkarmak için, Erikliman Deniz Evleri’nde olmanız yeterli!”
Hayatın tadı çok garipti, çok çok acı!

Not: Başlık bir Giresun türküsü, “Oy Miralay”dan: Zindan ettin başıma, ha bu yalan dünyayı! Kadınların başına zindan edilen yalan dünyayı iyileştirmek, kadın-erkek mücadelesiyle zindan olmaktan çıkarmak umuduyla!

 


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.