YAZARLAR

Zırvalama hakkı

Bildiğim şu ki öncelikle bu işi ciddiye alacağız. Teyit.org gibi doğrulama mekanizmaları bu konunun harikulade neferleri. Bunları destekleyeceğiz. Ama hepsinden önemlisi susmamalıyız. Üşenmemeliyiz.

Dünya düzdür, kukalı saklambaç Mu kıtasından çıkmadır, dokuzuncu senfoninin asıl sahibi Sinan Akçıl’ın dedesidir. Che’nin ensesinde üç hilalli dövme vardır. Ve lütfen dikkat. Her mumdan sigara yaktığınızda uzaklarda bir denizci ölür.

İfade özgürlüğü hiç kuşkusuz zırvalamayı kapsar. Hatta kapsamalıdır. Hatta bugün şu sevimsiz “zırva avcıları” daha az aktif olsaydı ortalıkta yaratıcı fikirler daha fazla dolanırdı. Tek zırva ile gömme faaliyetleri olmasaydı insanlar bir bütün olarak bildikleri, söyledikleri ve niyetleriyle sorgulanırdı. Daha cesur olabilirlerdi. Ve bence daha güzel olurdu.

Lakin bir gerçek daha var. Ancak başka birine zarar verene kadar her şey serbest olabilir. Zırvalarıyla hepimizin günlük hayatını etkileyen insanlar var. Üstelik bu insanlar genel olarak faydalı insanlar da değiller. Yani zırvalamak istisnai bir durum olmuyor bunlar için.

Üstelik istemeden yapılanları da zararlı olabiliyor. 1980’lerde çok sevdiğim, Türkiye kültür hayatına epey bir katkısı olmuş kıymetli bir ağabeyim fiziki hatalarla dolu berbat bir Pink Floyd kitabı yazmıştı. Kitap çok satmıştı. Mesela Syd Barret için öldü yazıyordu. Benim kuşak için Syd Barret ölmüştü. O ağabeyim yüzünden. 

Syd Barret 20 sene sonra hakikaten öldü, gazeteler yazdı. Benim kuşak şoka girdi.

Yaklaşık aynı dönem çıkmış bir başka benzer ağabeyimin yine çok satan iyi niyetli bir rock tarihi kitabında tarihin gördüğü en radikal politik şehirli anarşist müzik olan punk, faşistlikle suçlanıyordu. Yazar solcuydu, anti faşistti, akıllı ve münevverdi. Ama punk hakkında hiçbir şey bilmiyordu ve o sıra popüler olan faşist dazlaklarla karıştırıyordu. 

Şimdi bunun bir karşılığı olmasın mı?

Zırvalar çeşit çeşit. 1990’ların başında Ağaçkakan adında harikulade bir çevre dergisi çıkardı. İçindeki analitik yazıların yanında bir takım iyi niyetli akademisyenlerin yaptığı telaşlı, korkuya sevk ederek okur eğitme ve aksiyon alma amaçlı yazılar da yayınlanırdı. Bir grup yazıda süslü bilgiler eşliğinde 10 sene içinde akaryakıtın bütünüyle tükeneceği yazıldı. Bu iddiaya biz de dilimiz ulaştığınca etmeyin diyerek karşılık verirdik. 

Biz dediğim kahveden arkadaşlar. Zaten bir gram fazlasına ihtiyaç yok. Bu düzeyde zırvaların zırva olduğunu anlamak için çok bir akademik bilgiye gerek yok. Azıcık kahve akıl yürütmesiyle çözülür iş. Akaryakıt 10 yıl içinde hakikaten bitecek olsa otomobil şirketleri, akaryakıt şirketleri böyle hiçbir şey yokmuş gibi davranabilir mi? Milyar dolarlık şirketler 10 sene sonra batacaklar ve bunu umursamıyorlar öyle mi? Milyarlık ve milyarlarına aşık o sektörde yaprak kımıldamıyor. Ama 1000 satan Ağaçkakan dergisinden birtakım akademisyenler feryat ediyor. Sonra ne oluyor? Mücadele sulanıyor. 

Al işte 10 sene sonra bitecek diyeli 30 sene oluyor. Daha dün arabamın deposunu doldurttum. Daha epey de dolar o depo. 

Uyarıları haksız mıydı? Elbette hayır. Elbette fosil yakıttan uzaklaşmanın yolunu bulması gerekiyordu dünyanın. Ama korkutarak iletişim yapmak iletişimlerin en kibirlisi ve kısa süreli sonuçlar alınabilse de uzun vadede en yanlışıdır. 

30 sene önce bunu öngören, söyleyen, doğru iletişimi yapmaya çalışan yazılar da vardı bol bol elbette. Ama işte toplam iletişimde sesi duyulan genellikle felaket tellalları olur.

Bugünkü iklim değişikliği iletişimini de zorlaştıran bir şey bu mesela. Bir yığın insan çevrecilerin kelamı konusunda çevrecilerin hiç hak etmediği önyargılarla dolu. Bir yığın insan çevre mücadelesini sana form doldurtmaya çalışan flörtöz Greenpeace oğlanları ve kızlarının acayip iddialarından ibaret görüyor. Ve bu çok büyük bir haksızlık. 

Doğru iletişimin sadece bu fedakarlık içinde çalışan çevre aktivistlerinin değil hepimizin işine yarayacağı kesin. 

Bir de bunların hepsi “uzman kalemler”. Mesela pop doktor Oytun Erbaş’ın Türk’e virüs işlemeyeceğini söyleyememesi gerekirdi. En fazla rakı sofrasına mavra olabilecek bu cümleyi TV’den söyledi resmen. Öbür pop doktor Canan Karatay da pandemiyle mücadeleyi işkembeci düzeyine indirememeliydi. Bu insanların buldukları her ilginç cümleyi üzerimize kurmaya cesaret edememeleri iyi olurdu. Cesaret ediyorlar çünkü başlarına ne gelebilir ki? Medeni bir yerde belki bir inceden rezil olurlardı. Burada yaptıkları yıllık TED konuşması sayısı azalır belki. 

Bilim insanları işin içine girince çok karışıyor işler. Çünkü akademik kariyer uzmanlık tescilleyen bir müessese. Bu kariyeri bir kere edinince o konuda zırvalama hakkının da buharlaşması gerekiyor. Çünkü o insanın o konuda yıllarını bilgi edinmeye ayırdığı tescillendiği için o bilgilere dayanarak konuştuğu varsayılıyor. O yüzden ben vallahi grip ilacı erkeklere kuyruk çıkarıyor dersem zırvalama hakkımı kullanmış olurum. Ama bunu 6 sene tıp okumuş 4 sene uzmanlık okumuş bir diplomalı söylerse kafa karıştırabilir. Uzmanlar abuk subuk konuşursa komplo teoricileri de Mu kıtasında festival düzenler elbette.

Ercüment bey vardı bir tane epeydir sesi çıkmıyor. Yerli aşı üç aya çıkıyor, iki aya aşı spreyi yapıyoruz. Dört aya şehir suyuna aşı karıştıracağız türünden şeyler söylüyordu. Mesela onun zarar verdiğini düşünmüyorum. O bir boşluğu dolduruyordu. Mizah oluyordu. Ama şu aşı karşıtı doktor. Ondan korktum. Adını bilmiyorum, öğrenmeyeceğim de. Dr. Kızamık diyelim kendisine. 

Dr. Kızamık “Yemin ediyorum, vallahi de billahi de tillahi de en geç bir sene sonra bu kararlarından vazgeçecekler. Aşı olanlardan özür dileyecekler. Bakın bu bir slogan veya şaka değil, yargılanacaklar” demiş. 

Şuursuzluğa bakar mısınız? Vallahi diyor yetmiyor billahi ekliyor o da yetmiyor tillahi ile tamamlıyor. Perçinli yemin zerk ediyor ortama. En geç diyor. Bir sene diyor. Çok uzatmıyor da yani. Bir sene yahu. İbibikler ötene kadar geçer gider bir sene. 

İnsan uydururken biraz uzun yaşayacak bir şeyi uydurur değil mi? 

Değil. Biliyor ki bin kişi dalga geçecek bir kişi inanacak. O da bir bir toplayıp mürit edinecek. Bir sene sonra kimse bunu hatırlamayacak bile. Çünkü o vakit başka şeylere inanıyor yahut başka konularda uyduruyor olacaklar. 

Bir de malumunuz böyle insanlar asla bütünüyle yalan söylemez. Böyle komplolar hep bir doğrunun yanlış bir yere yerleştirilmesiyle başlayıp devam eder. Çünkü bir bedeli yok. Uydurmak bedava.

Kendisine bir argüman bulabilecek kadar kafası çalışan birisi Google başında bu argümanına destek de bulabilecek birisidir. Tıpkı eline 10 tane rakam geçirmiş herkesin bu rakamlarla her türlü metinden mucize çıkarabileceği gibi.

2012’de Fikret Bekler’le Meksika’ya gittik. Rakı içerek bakındık dünyaya Marduk çarpacak mı diye. Böyle söyleyince şaka gibi geliyor kulağa. Ama hakikaten öyle yaptık. Aslında gezdik, gördük, iyi vakit geçirdik ve rakı içtik. Bir de ikimiz de severiz komplo teorilerini, bu konuya da bakındık hakikaten. 

Özetle: O yıl Maya takviminin son gününde, galiba 21 Aralık’ta dünyaya çarpacak Marduk gezegeninden bahsediliyordu. Bütün dünya bunu konuşuyordu. NASA defalarca saçmalamayın diye açıklama yapmıştı. Ama bir kısım insan buna kalpten inanıyordu. Bazıları üzerine konuşmayı seviyordu. Bazıları çok inanmıyordu ama bundan dolayı tedirgin olmak hoşuna gidiyordu. 

İşin komiği Maya yerlilerinin Marduk’tan haberi yoktu. Meksika’da Marduk’u duymuş insanlar vardı. Önemseyen Meksikalıya biz rastlamadık. 

Bu arada bir grup canı sıkılan, parasını neresine süreceğini şaşırmış batılı gitmiş araziler satın almıştı bir yerden. Güya o arazi aldıkları yer Marduk çarpınca bundan etkilenmeyecek tek yermiş. (Aynısını Şirince için de diyenler ve oradan arazi alanlar da olmuştu.)

Ben de bu hepsi üniversite mezunu kredi kartı sahibi kültür ürünleri tüketicisi caz dinler belgesel seyreder parlak zekalı arkadaşlara standart iki şey söylüyordum. 

  1. Niye satın alıyorsun? Dünyaya koca bir gezegen çarpmış. Dünya yok olmuş. Tapu dairesi mi kalmış? Para mı kalmış? Dünya yok olacak deyip tapu peşinde koşuyorsun. Madem bi burası yaşayacak git kirala. Daha güzeli bir karavan bolca silah al. Seni temin ederim dünya yok olunca mülkiyet de yok olacak. En önemli şey de tapu değil silah olacak, su olacak, gıda olacak.
  2. İkincisi çok daha çarpıcı, şoke ediciydi. Asla başa çıkamadılar bununla: Bu söylediğine kalpten inanıyor musun? Peki. Gel sana hemen 10 bin USD vereyim. Sen de bana bir sene vadeli 100 bin USD’lık senet ver. Arada dünya göçecek para kalmayacak nasılsa. Sen bugün vereceğim 10 bin USD’ni ye gönlünce.

Her iki argümana da verecek cevapları yoktu. Bir tek kişi bana “Tamam ver 10 bin USD” demedi yahu. Dünyanın öbür ucundan dünya göçecek diye oraya gelmiş. Servet harcayıp arazi almış. Ama benimle iddialaşamıyor. Neden? 

Çünkü kalpten inanmıyor aslında. Oyalanıyor. Canı sıkılıyor. Düşünmemiş bile çok. İnanması, üzerine konuşması hoşuna gitmiş. Duşta şarkı söylüyor. Parayı önermek onu sahnede şarkı söylemeye çağırmak oluyor. Halbuki sıkıcı hayatına renk gelmiş işte. Mayalar, taşınmalar, kuyruklu yıldızlar, tapınaklar, dünyanın sonu filan ilginç şeyler. Analitik olmaya ne gerek var?

Ben hukukta “madem öyle gel böyle” kriterleri olması gerektiğini düşünüyorum. Bunlarla bağlayıcı bir şekilde iddialaşma mekanizması. Buyrun girişimcilik fikri size: Bir çeşit komplo bahisleri sitesi yapılabilir. Mesela Dr. Kızamık “bir seneye aşıyı çöpe atacaklar” mı diyor. Dr. Kızamık’ın söylediği hiçbir şey olmayacak diyenler para koysun. Dr. Kızamık ve müritleri de para koysun. Bir sene sonra paralar paylaşılsın. Bakın hem eğlenirken öğrendik. Hem de para kazandık.

Komplo teorileri, şehir efsaneleri, korkutarak iletişim yapmaya çalışmak, sürekli çemkirmeyi iletişim zannetmek, bütün bunlar retorik çukurlarıdır. Ne uyduranlar ne takip edenler tam olarak inanır aslında.

Uyduranlar ilgi çekmeye, takip edenler ilginç şeyler yapmaya çalışan insanlar genellikle.

Komplo teorileri, batıl inançlar hep birbirinin akrabası. Hayatında parlak pek bir şey olmayanların şenlenme teşebbüsü çoğu. 

Hani sürekli namus şeref yemin diye konuşan bir model var ya, onlar da aynı mekanizmadan besleniyor: Uydurmak bedava. Bugün üfür. Yarın kimse detay hatırlamaz. 

Hatırlayan da ayıplamaz üstelik. Çünkü bu kadar saçma bir şeye inanan birisi bu baştan saçma olan şeyin saçmalığı kanıtlanınca çoktan başka bir saçmalığa inanmaya başlamıştır. Ama arada bir yığın insanın kafası karışır.

Bir bilgi doğru değilse ifşa edilmelidir. Mücadele edilmelidir. Bu bir çeviri hatası da olabilir, kelle paça çorbasına yüklenmiş abartılı anlam da.

Alay etmek de bir mücadele yöntemidir. Ama orada da bir fren mekanizması gerekiyor. Alay seyrek edildiği zaman tebessüm ettirir. Sürekli alay etmek üzerine kurulu muhalefet iletişimi sonunda işi üç nokta ile biten cümlelere bağlayabiliyor en fazla. Üç noktayla yahut “anlayana” diye bitirince çok şey söylediğini zanneden Muharrem İnce yaratıcılığında ve Mustafa Sarıgül şakacılığında insanlardan bahsediyorum. Bunlardan uzak duralım. Bunlar mücadeleye girince doğru bile söyleseler ortamı öyle bir sulandırıyorlar ki konu konuşulur olmaktan çıkıyor. Bu aşı konusunda çok görünüyor. Dr. Kızamık’lardan az var. Ama Dr. Kızamık’ın kafasını karıştırdığı kitlelerle de alay etmek değil iletişim kurmak gerekiyor.

Eğitimsiz birisi öksürük taşından medet umar. Altından geçince öksürüğü de geçecek. Eğitimli birisi daha sofistike hikayeler ister ve mesela homeopati ilacından medet umar. Bütünüyle bir ve aynı zırvalardır bunlar halbuki. 

Ve hepsinin kökeninde devrimci bir niyet vardır. Bize sunulan hayatta bir yanlışlık olduğunun farkındadırlar. Ve karşı konulamaz bir “öbürüne inanma” ihtiyacı içindedirler.

Haksız sayılmazlar. Maalesef çocuk yapmanın bile uzmanlık haline geldiği tuhaf bir zaman yaşıyoruz. Bilgiye bu kadar kolay ulaşabilir olmamız yanlış bilgiye de bu kadar kolay ulaşabilir olmamızı sağladı.

Bir yanda her şeyi bildiğini zanneden zır cahil üç nokta grubu var. Bir yanda vallahi billahi hatta tillahi diyen Dr. Kızamık var. Öbür tarafta saygın bilim dergileri, WHO filan.

En güvenilir yerler olan WHO yahut dergiler çok mu güvenilir yerler? WHO dediğin yer daha pandemiyi ilan ederken çuvalladı. Hemen arkasından maske konusunda zırvaladı. Dünyanın en sözü takip edilir kurumu sayılmaz. Bizim memlekette de bir yığın bu şekil çuvallamış güzide kurumumuz var.

Devletleri zaten geçelim. Onlar WHO kadar bile güvenilir değiller.

Dr. Kızamık’ın etki alanındaki insanın yaşadığı ortamı da unutmayalım. Yıllarca çalışıp girdiği üniversite sınavının meğerse soruları çalınmış. Soru çalınması işi de ilk söylentiler çıktığında komplo teorisiydi. Buz gibi gerçek çıktı. Geçin onu okulda okuduğu, doğru bildiği Ulubatlı Hasan, Uzun Mehmet uydurma çıktı. Almanlar yenilince yenilmiş sayılamazmışız hatta. 

Medyasında en ünlü liderlerden birisinin pezevengi olduğu söylenen insan üzerine tartışmalar olan bir ülkede yaşıyor yahu sıradan insan.

Şimdi karşısına çıkmış bir doktor vallahi diyor billahi diyor hatta tillahi diyor. Neden inanmasın? Zaten kendine sunulan hayatla ilgili haklı ve derin şüpheler içinde. İşte zaten bu noktada şüphesini kendine bir yol bulmaya ayırınca bu devrimci enerjiyi harikulade bir mecraya boşaltmış oluyor insan. Solcu deniyor ona.

Ama bir kısım insan da bu enerjiyi Dr. Kızamık’ın zırvalarına, Mu kıtasına, Marduk yahut İlluminati hikayelerine, olmadı Sciontology’den Bülent Hanım ekibine tuhaf cemaatlere akıtıyor.

Zaytung değilsen uydurmakla fikir özgürlüğü arasındaki dengeyi sağlayan tashih mekanizması toplumdur, meslek örgütleridir, ifşadır.

Bizde çok süper çalışan kurumlar ve örgütlü bir sivil toplum olmadığına ve bunun olmaması için yoğun bir çaba bulunduğuna göre ne yapacağız peki? 

Elimde bir formül yok. Ama bildiğim şu ki öncelikle bu işi ciddiye alacağız. Teyit.org gibi doğrulama mekanizmaları bu konunun harikulade neferleri. Bunları destekleyeceğiz. 

Ama hepsinden önemlisi susmamalıyız. Üşenmemeliyiz. Homeopatiden öksürük taşına, Mu kıtasından Haliç’in dibindeki altınlara nerede bir zırva görsek üşenmeyip cevap vermeliyiz.

Yoksa Dr. Kızamık vallahi diye başlar. Arkadaşın komşun takipçin de gelir çip der.


Metin Solmaz Kimdir?

1969′da doğdu, Ankara’da büyüdü. İstanbul, Fethiye, Lapta, Lefkoşa ve Bodrum’da yaşadı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerine yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Overteam ltd ve Ağaçkakan Yayınları kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan) Facebook: MetSolmaz | Twitter: @metinsolmaz