Zorbey Aktuyun: Tırmanmadan duramıyorum

Neredeyse asosyal denecek kadar sessiz, sakin bir apartman çocuğuyken her yere tırmanan bir insana nasıl dönüştü? Nasıl Türkiye’nin en iyi sporcularından biri haline geldi? Kayaları neden delik deşik ediyor? Hiçbir emniyet almadan neden free solo tırmanıyor? Biz sorduk, Zorbey Aktuyun cevapladı.

Dante, 8a, Sarıkaya, Manisa... Fotoğraf: Mahmut Cinci
Google Haberlere Abone ol

ANTALYA - Türkiye’nin en iyi tırmanıcılarından Zorbey Aktuyun, kaya, kısa, uzun duvar, kısaca ne bulursa tırmanmayı seven bir insan... Türkiye’nin tırmanış imkânı tanıyan neredeyse tüm bölgelerinde ve dünyanın çeşitli yerlerinde tırmanma şansı bulmuş. Milli takımla Avrupa ve Dünya şampiyonalarında yarışıp Türkiye’yi temsil etmiş. Yetinmemiş hem yeni yerler keşfetmiş hem o kayalarda rota açmış hem duvar yarışlarında rota yapmış.

Az buz değil; 500’e yakın spor rota, 1000’e yakın boulder rotası, birçok tek ve çok ip boylu geleneksel rota, birkaç çok ip boylu boltlu rota ve buz/dry tool rotasından bahsediyoruz. Onlar da kesmemiş bir anı kitabı, iki rehber kitap yazmış...

Ayrıca Ege Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği mezunu. İzmir’de “Mekanik Climbing” isimli bir tırmanış salonu işletiyor. Neredeyse hayatının her saniyesinde tırmanış olan Zorbey’i, Antalya’nın fantastik tırmanış bahçelerinden Çitdibi’nde, kardeşi gibi gördüğü partneri Ali Keskin ile tırmanırken bulduk. Sabah kahvaltısının ardından kahve eşliğinde sohbet ettiğimiz Zorbey’le ta çocukluğundan bugüne kadar uzanan çok keyif aldığımız bir röportaj yaptık. Dileriz siz de aynı keyfi alırsınız…

Apartman çocuğu muydunuz yoksa zamanınız sokaklarda mı geçerdi? Küçükken de hiperaktifiliğiniz ya da yaramazlıklarınız var mıydı?

Alakam yok, ben direkt apartman çocuğuydum. Doğma büyüme Karşıyaka, Bostanlılıyım (İzmir). En fazla evin önündeki parka çıkardım. Basketbol, futbol, öyle şeyler oynardım sadece, hiperaktifliğim falan yoktu ama çok sporcuydum. Annem ve babam beni beş yaşımda tenise yazdırmış, sekiz yıl oynadım. Dereceler aldım. Sonra tenis pahalılandı, elit bir spor oldu. Paramız yetmeyince futbola, basketbola gittim. Hepsini lisanslı yapıp, hepsinde maçlara çıktım. Atletizm yaptım, İzmir çapında derecelerim var.

Bu sporları yaparken hiçbirine karşı tutku hissetmediniz mi?

Hiç olmadı. Teniste falan insanları yenmek istemediğimi fark ettim.

Neden, bu durum sizi üzüyor muydu?

Evet. Yenilince ben üzülüyordum, karşı taraftaki yenilince o üzülüyordu. Çok basit bir empatiydi bu benim için. Her şeyden önemlisi dediğim gibi, maç yaparken ben karşıdakini yenmek istemiyordum.

Takım sporlarında da aynı şeyi hissettiniz mi?

Takım sporları zaten hiç bana göre değildi. Başkasının hatasıyla kaybediyorsun ya da başkasının başarısıyla kazanıyorsun... Bunlar beni hiç içine çekmedi.

Asosyal bir çocuk muydunuz peki?

Çok sosyal bir çocuk da diyemem, asosyal de diyemem. Sessiz, sakin bir çocuktum. Şimdi şimdi, son beş yıldır konuşmaya başladım.

Okul nasıl gidiyordu peki?

Okul hiçbir zaman iyi olmadı benim. İlkokul sayılmaz da, ortaokul ve lise bayağı kötü.

Lisanslı oyuncu olduğunuz için mi okulları bitirebildiniz?

İyi sporcu olduğum için bir yere kadar gitti ama sonra lise sonda beni okuldan attılar.

Neden?

Çok kötü olduğum için.

Dersleriniz mi kötüydü?

Hayır, gerçekten kötü bir insan olduğum için.

Şaşırdım, ne kadar kötü bir insan olabilirsiniz ki...

O zamanlar sağa sola bulaşıyordum. Daha kavgacı bir çocuktum. Sinirliydim, hala da biraz sinirliyimdir zaten. Ders dinlemezdim. O dönem yaşadığım başka şeylerden kaynaklı sorunlar da yaşıyordum. Bunu şimdi görebiliyorum, o yaşta “Ben serseriyim” falan diyorsun ama aslında değil. Yaşadığım problemlerin dışavurumu ve okulun da seni bir süre alttan alıp, sonra da “Yeter lan” deyip katlanamadığı noktaya geldim. Aslında kolejde okudum, atmazlar genelde ama atıldım. Bir de okulun bitmesine son bir-iki ay kala atıldım. Sonra düz liseden okulu bitirdim. Sonra Ege Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği bölümünü kazandım. Bu benim için büyük bir başarıydı. Ailede öyle çok üniversite okuyan yoktur. Herkes serseri olduğundan, okumak çok umurlarında değildir.

Tırmanış hayatınıza nasıl girdi?

Ömer Can diye bir arkadaşım vardı, onun aracılığıyla Muammer Yalçın (Mami) isimli abimle tanıştım. Mami, İzmir’in ikinci kuşak tırmanıcılarından. İlk kuşak dağcılar var, Arif abiler; Mami onların öğrencisi gibi. Aslında İzmir’de ilk kaya tırmanan insan. Ben İzmir’de 2000 yılında tırmanmaya başladığımda hiç bolt yoktu. Kaynaklar’daki rotalar 2002’de falan boltlandı.

Gökdere’de rota açarken... Fotoğraf: Mahmut Cinci

O yıllarda tırmanış ayakkabısı falan da hak getire değil mi?

Tabii... Bizim şansımıza Mami federasyon faaliyetlerinde İranlı sporcularla tanışmış ve onlarla ayakkabı değiş tokuşu yapmış. Onda üç tane tırmanış ayakkabısı vardı ve biz değişe değişe onları giyiyorduk. Ama görseniz 44 numaralar falan.

Kaç yaşındaydınız?

15 yaşımdaydım. Zaten 14 yaşımda ailemle doğa yürüyüşlerine gidiyordum. Onlar da her zaman bana destek oldular.

15 yaşındaki bir çocuğun gözünden, Muammer Yalçın'la ilk tanışma anınızı anlatır mısın peki?

Hayal meyal hatırlıyorum. Hayat biraz da şöyle oluyor ya, bir hikâye anlatmaya başlıyorsun sonra o hikayeye inanmaya başlıyorsun. Gerçekliği biraz gözümde kaybolmuş gibi. O ana dönmek istediğimde zorlanıyorum. Ama Alsancak’ta Granit diye dağcılık malzemeleri satan bir yer vardı, Deniz Çalık diye bir abi işletiyordu. Mami hep orada otururdu. Arkadaşım Ömer Can, çok sosyal bir çocuktu, onlar tanışmış. Ömer Can, “Gel oğlum, bir adamla tanıştım; dağcılık yapıyormuş, buz tırmanıyormuş, kaya tırmanıyormuş” dedi, beni Granit’e götürdü. Kıvır kıvır uzun saçları ve mor renkli bir kıyafetle orada oturuyordu. Tabii bunları kafamda mı kuruyorum gerçekten böyle bir an mı var bilmiyorum. İşte orada tanıştık. Ben sessiz sakin dinledim. Mami, “Ben tırmanıyorum, siz de gelin gençler. İDEDİK diye bir kulüp var, eğitim alırsınız oradan” dedi. Ömer Can gerçekten peşini bırakmadı. Gittik eğitimler aldık, gerçi ben eğitime karşı olduğumdan o eğitimleri de tam almadım. Mami’nin Mitsubishi L 300’ü vardı, onun içine dolduruyordu bizi, seçme sapan kayalara gidiyorduk. Yukarıdan ipi atıyorduk, top rope (üstten emniyetli-serbest düşüş tehlikesi olmadan) deniyorduk. Ayağımızda postallar, ne yaptığımızı da bilmiyorduk. 15 yaşındasın, enerji de var, sadece çılgınlar gibi deniyorduk. Ama çok eğleniyorduk. O zaman fark ettim, benim istediğim doğada olmak ve böyle takılmaktı. Kaya tırmanırken kimseyle bir derdin yok, kendi kendine takılıyorsun. Kimseyi yenme gibi bir durum yok.

“Bafa Gölü Bouldering” rehber kitabı - 2013

Hatta rekabetten öte, partnerlik gibi bir durum söz konusu. Emniyetini alan kişiye canınızı emanet ediyorsun, ardından siz onun emniyetini alıyorsunuz...

Evet, kesinlikle öyle. Sadece ileride işler ilerleyip yarışmalara girince, insanların birbirlerine bakış açısını da tam anlayamadım. İyi bir yarışmacı oldum ama o benim için bir araçtı. Şu anda kaya tırmanışı yaparken de, “biri benden önce o rotayı çıkacak mı?”, “Biri beni geçecek mi?” öyle bir şeyim hiç olmadı. Çok klişe olacak ama herkesin yaşadığı kendine.

Yeni açılan bir rotayı ilk defa ya da herkesten önce çıkmak sizi heyecanlandırmıyor mu?

Pek heyecanlandırmıyor. Belki bu benim yıllar içinde yaptığım şeylerle alakalı. Ben zaten kendime rota açıp on yılda tırmanıyorum. O bakımdan kendi tatminim doymuş durumda. Bu soruyu daha genç birine, mesela Ali’ye (Keskin) sorarsan tabii ki “Öztürk (Kayıkcı) abi bir rota açsa, ilk çıkışını bana verse çok mutlu olurum” der. “Ben mutsuz” olurum demiyorum ama “Bu duyguya alıştım” diyorum. Mesela daha önce hiç tırmanılmamış, sıfırdan bölgeler keşfetmek beni daha çok tatmin ediyor.

Varoş güzeli 7b+, Hüseyingazi. Ankara... Fotoğraf: Murat Gezer

Genelde İzmir civarına mı rota açıyorsunuz?

İzmir, Datça, Alanya, Samsun, Erzurum, Ermenek, birçok yerde açıyorum.

Rota açmak sanırım bir yerden sonra saplantılı bir hobiye dönüşüyor değil mi?

Evet, kesinlikle öyle...

Okuyucular için açıklayacağım. Rotaya bolt’lar çakıyorsunuz ve bunlarla güvenliğinizi alıyorsunuz. Bir bolt kaç lira?

Şu anda 2.5, 3 euro.

Bir tane rotaya ortalama kaç tane bolt gerekiyor?

10 diyelim.

Yeni bir bölgede bir sürü rota açtığınızı düşünürsek, çok ciddi bir meblağ ortaya çıkıyor. Bunu nasıl karşılayabiliyorsunuz? Bu hobinizi devam ettirebilmek için nelerden taviz vermeniz gerekiyor?

20 yıldır bu hayatı yaşadığım için bir şeyden taviz veriyormuş gibi gelmiyor bana. Zaten olması gereken buymuş gibi. Sanki o parayı oraya harcamasam, iPhone 11 mi alacaktım ki? Öyle bir dünya yok. Benim her şeyim var. Arabam da var. Ha çok param olsa başımı sokacak bir ev alırdım ama kendimi taviz veriyormuş gibi düşünmüyorum. Ama bolt konusunda şanslıyım. Beni destekleyen firmalar var, Yüksek İşler gibi, onlar yolluyor. İzmir’de toplanıp bolt alıyoruz. Yıl içinde cebimden çıkan bolt parası gerçekten küçük.

Yeni yerleri nasıl buluyorsunuz? Birileri mi öneriyor yoksa yolda giderken direksiyonu bilinmeze kırıyor musunuz?

Eskiden öyleydi ama artık yaşlandım.

E5, 6c Geleneksel, Tafraout, Fas... Fotoğraf: Dicle Çiftçi

Kaç yaşındasınız?

35. Şöyle yaşlandım, her kayaya bakarsam ben çok hızlı ölürüm. Zırt diye gider hayat. Türkiye’de çok fazla kaya var. Her yerden çağırıyorlar ama artık gidemiyorum. En son Ermenek’e gittim ama orada da bir bütçe vardı, öyle gidebildim. İzmir’de benim bitiremeyeceğim kadar kaya var. Antalya’nın zaten potansiyelini tüm dünya biliyor. Aladağlar, çok büyük bölgeler. Başka bir yer yaratmak için, cebinden o kadar bolt, o kadar benzin, o kadar gün harcayamıyorsun. Çünkü dediğim gibi yaşlanıyorsun. Kötü anlamda söylemiyorum, yani devam ediyor hayat. Her yere öyle gidersem imkânsız, biterim. Kaldı ki boltlama sağlığa zararlı bir şey.

Nedir zararı?

Elinde koskoca bir matkapla, kayadaki bir ipte saatlerce oturup, insanların güvenliği için bir hat hazırlıyorsun. Bolt dediğimiz o dübelleri kayaya çakıyorsun. Çekiçle saatlerce temizlik yapıyorsun. Tel fırçayla toprakları döküyorsun. Herkes için tırmanılabilir sağlıklı bir hale getiriyorsun. Bu da iki-üç gün alıyor.

Siz kayayı nasıl okuyorsunuz? Benim için bakınca herhangi bir taş, kaya, güzel bir manzara iken siz ne görüyorsunuz? Neyi nereye çakacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?

Bunu anlatmak çok zor, bu tecrübeyle birleşiyor. Zanaat gibi diyorum aslında. Hem senin vizyonun hem de el işçiliğini birleştirdiğin bir şey. Yıllarca tırmandığım tüm rotaların birikimi beyninde toplayıp kayaya baktığında, orada o hattı görüyorsun. Atıyorum, hayatımda 2000-3000 spor rota tırmanmışımdır. Aklıma bunların her varyasyonu geliyor, ona göre “BU hat buradan gider, sağdan gider” falan diyorum. Ama biri de geliyor, başka bir vizyonla başka bir şey öneriyor. İnip iple bakıp ona göre de değiştirebiliyorum.

Kült, 8a, Geleneksel İ.Ç. Pınarbaşı, Aladağlar... Fotoğraf: Arda Mert Poslu

Peki, önceliğiniz kendi çıkabileceğiniz rotalar açmak mı, başkaları için açmak mı?

Bunu son yıllara kadar üç aşamalı yapıyordum. İnsan odaklı bakıyorum. Hayatımdaki insanlar benim için dereceleri temsil ediyor. Birincisi, Mami için rota açmak, bu 7 dereceye kadar olan bir şey. İkincisi yakın arkadaşlarım bazı insanlar için açmak, 9 dereceye kadar olanlar. Üçüncüsü de kendim için açmak, o da 10- ve üstleri için. Böyle baktığımda benim için açmak daha kolay oluyor. Öbür türlü kolay rotayı kimse açmaz. "Fight Club"da da söyledikleri gibi, bir yerden sonra yaptığın iş seni ele geçiriyor. Ben 5+ da açıyorum. Geçen yaz 4 derece açtım. Normal ayakkabılarla, emniyete bile girmeden... Herkes “Niye açıyorsun?” diyor ama bu benim için bağımlılık. Orada o boş hattı gördüğümde dayanamıyorum.

Yeni başlayan insanlar gelsin bu sporu sevsin, o rotalarda çalışsın gibi kaygınız var mı?

O kadar hümanist olduğumu düşünmüyorum. Yalan söylemeyeyim, daha çok kaya benim olayım. Ben açıyorum, yayınlıyorum, insanlar tırmanırsa mutlu olurum. Gerçi tırmanmazsa da açmaya devam ederim. 

Rota isimlerini nasıl buluyorsunuz?

Okuyorum, sinema, müzik, sanat, çağrışımlar. Çok beğendiğim şeyleri kenarlara not ederim.

En sevdiğiniz rota ismi hangisi?

Çok zor bir soru, şu anda database yandı. Doğan’ın (Palut) Kaynaklar’da açtığı, benim de devamını açtığım “Misanthrope”... “İnsan ırkından nefret eden insan” demek. Çok ağır bir isim, aynı zamanda eski bir metal grubunun şarkısı...

En sevmediğiniz...

En sevmediğim değil de; Çitdibi’nde bir rotamın adı “Drum and Bass”. Niye böyle demişim hatırlamıyorum. Mesela burada yine “Transandantal” diye bir rotam var. Bazen çok aceleye geliyor, bir yerden bir şey duyuyorsun, “Tamam bu olsun” diyorsun.

Güneş Ergüden'in rota isimleri epey komik; Şırdan Dolması gibi... Sizin var mı böyle rota isimlerin?

O işleri Güneş'e bırakıyoruz, çünkü Güneş çok iyi yapıyor (gülüyor). Zorlasam da çıkmaz benden.

Bütün bu tabloda herhangi bir devlet desteği yok sanırım.

Devlet, yani federasyon sadece yarışmalarda devreye giriyor. Kayada henüz bir şey yaşamadık.

Anı Kitabı / 3 Duvar – 2019... Zorbey’in kitaplarına İzmir’deki Dağevi isimli mağazadan ulaşabilirsiniz.

Tırmanışın federasyonunun olmaması da enteresan. Dağcılık Federasyonu altında faaliyetler yapılıyor değil mi?

Evet. Tırmanış, Olimpiyatlar’a girdi. 2021’de Olimpiyatlar’da olan bir branşın kendi federasyonu olması lazım.

Buraya kadar hep rota açıcı yönünüzü konuştuk ama siz Türkiye’nin hem spor tırmanış hem de uzun duvar tırmanışta Türkiye’nin en iyilerinden birisisiniz. Yeri geliyor sizi boulder (kısa kaya) tırmanırken de görüyoruz. Her biri ayrı ayrı sizin için ne ifade ediyor, nasıl organize oluyorsunuz?

Tırmanış benim için bir bütün, gençlere de sürekli bunu söylüyorum. O yüzden branşlara ayırmıyorum. Ben genel olarak herhangi bir şeye tırmanmayı seviyorum. Buna binalar da dâhil. Bir sürü abuk sabuk şeye de tırmandım. Buz, geleneksel, uzun duvar, spor, bouldering hepsi dâhil... Ağaçlara da tırmanmayı seviyorum. Genel olarak vücudumun dikey hareket etmesini sevdiğim için branşlar sadece isim benim için. Malzemeler değişiyor. Mesela üst üste beş tane spor rota tırmandığında uzun duvar ediyor. Yere ayağım değmiş, değmemiş; tırmanış sekiz saat sürmüş, 12 saat sürmüş bir anlamı yok. Hepsi benim için aynı.

Tırmanırken ne hissediyorsunuz; heyecan mı, adrenalin mi, mutluluk mu?

Aslında bunlar pek olmuyor. Belki de bunu daha az tırmanmış, daha genç insanlarla konuşmak lazım. Ben kendimle daha çok bütünleşiyorum. Hiçbir ey hatırlamıyorum, dış dünyadan soyutlanıp tek bir şeye odaklanıyorum. Şöyle söyleyeyim, günümüzde çok moda bir laf var “anı yaşamak”. Mesela bir kitap okurken bir anda kafanı yana çevirmiş bir şey düşünüyor olabiliyorsun. Ama kayada öyle değil. Yüzde 100 odaklanıyorsun, en azından ben öyleyim. O yüzden 50 metrelik, 100 metrelik rotalarda tırmanırken gerçekten hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece kendimle olduğum bir an... Bu meditatif bir durum. Metre uzadıkça bu artıyor. Bu nedenle uzun duvarlarda daha iyi olduğumu ve daha çok sevdiğimi düşünüyorum. Zaten içine girdikçe bu beni çekiyor, sonra 200 metre git, 300 metre git. Yani orada olmayı, genel olarak doğada olmayı seviyorum.

Tırmandığınız en enteresan yer neresi?

Lunaparktaki dönme dolaba tırmandım.

Parmakkaya, Aladağlar... Fotoğraf: Arda Mert Poslu

Nasıl? Bekçiye yakalanmadınız mı?

Bunu izinli yaptık. Lunapark kapalıydı. Bir marka için yapılmış bir konseptti. Anayol üzerindeki bir üst geçide, bir binaya tırmandım. Projeyi biz hazırlamıştık. İzmir’de Fuar’da meşhur bir lunapark vardır, oradaki dönme dolap meşhurdur. Lunaparkları hala çok severim. Ona tırmanmayı herkes istemez mi?

Tırmandığınız en tehlikeli yer neresi?

Bazı küçük çapta free solo tırmanışlarım var. Onlar her zaman tehlikeli...

(Bilmeyenler için belirtelim, free solo, hiçbir yere bağlı olamadan, herhangi bir emniyet aleti, ip vs. kullanmadan yapılıyor.) Free solo tırmanışlara devam etmeyi düşünüyor musunuz?

Bu düşünmeyle ilgili bir şey değil, onun hissiyatı geliyor, yapıyorsun. “Düşünüyorum, yapacağım” gibi bir şey olmuyor. Mesela çıkarken “Bu rota free solo olabilir mi?” diyorsun. Altı ay sonra tekrar aynı rotayı tırmanırken, “Olabilir” galiba diyorsun. İki yıl sonra bakmışsın çıkıyorsun.

Bir insan neden bu kadar tehlikeli bir şey yapar?

Kontrol...

Manisa Sarıkaya Kaya Tırmanış Rehberi - 2015

Kontrolün sizde olması durumu mu?

Kontrolümde limitleri zorlamayı, kontrol edebileceğim riski almayı seviyorum. O da değişik bir haz.

Yani o kadar da korkusuz değilsiniz... 

Değilim. Sınırımı aşan şeylere emniyetli giriyorum zaten.

Sizin Muammer Yalçın'la kurduğunuz ilişki gibi bir ilişki de belki, sizle Ali Keskin arasında var. Keskin'le nasıl tanıştınız ve neden başkasını değil de onu bu kadar destekliyorsunuz?

Abi-kardeş gibiyiz biz. Sadece Mami değil; Öztürk de, Doğan da, Tunç da benim abilerimdir. Bana çok şey vermişlerdir. Bir sürü abim vardır ve ben de o abilerden biri olmak istiyorum. Milli takım antrenörlüğü yaparken Ali’yle tanıştım. Çok bariz bir yeteneği vardı. Kişiliğini de tanıyınca, “İleride bu çocuk Türkiye’de bir şeyleri değiştirebilir” diye düşündüm. Ondan sonra da her şey yolunda gitti. Karakter olarak çok iyi anlaştık, çevremdeki herkesle anlaştı. Herkes de onu çok sever zaten.

Ali Keskin kaç yaşında?

18 yaşında, iki yıldır beraber tırmanıyoruz. Şimdi Akdeniz Üniversitesi Beden Eğitimi Rekreasyon bölümünü kazandı. İnsanlar denk geliyor, iyi anlaşıyor. Ben de ondan bir şeyler öğreniyorum. Ali’ye de hep anlatıyorum, 18-19 yaşımdayken Öztürk’le Olimpos’ta birkaç hafta geçirdik, hayatım değişti. Bunun bu kadar küçük etkisini, ben de bir nebze bizden sonra gelen jenerasyona vermezsem Allah belamı versin (gülüyor). Bir de zorla vereyim gibi bir şey değil, iyi anlaştığım bir insan. Gerçekten bir bağ kurulup oluyor. Bence camiayı da o insanlar değiştiriyor. Ben buralara geldiysem zamanında bana dokunan insanlar sayesinde geldim. Biz de birilerine dokunacağız ki onlar da bir yerlere gelsin.

Ali ile birlikte... Varlık 8a, 180 metre İ.Ç. Spil Dağı, Manisa... Fotoğraf: Ertuğrul Kulaksızoğlu..

Hayaliniz ne? Nasıl bir yaşam istiyorsunuz?

En zor yerleri çıkayım gibi bir hayalim yok. Keşfedip üretmeyi çok seviyorum. Bu bende bağımlılık haline geldi. Yeni yerler bulup bir şeyler üretip insanlarla paylaşmayı artık çok seviyorum. Kendim için hayalim, hafif kırsalda ve kayaya yakın bir yaşam... Yapay duvar yapıp insanlara eğitim vermek, bir atölye oluşturup kendi kendime oralarda oyalanmak... Biraz daha rehber kitaplar yazmak...