'Zordur bir ömür insan kalmak': Genco Erkal
Genco Erkal’ı birkaç sayfaya sığdırmaya çalışmak, zor olması bir yana, neredeyse ayıp bir şey gibi geliyor insana. Işığın izini sürmeye, “bendeki Genco Erkal”dan ve hepimizde kalan ışığından bahsetmeye çalışacağım.
Bir insanı tanımanın en iyi yollarından biri, çocukluk resimlerine bakmak herhalde. Bir ömrü kendi çocukluk resmine benzer kalarak tamamlayabilen insan o kadar az ki. Ferini, muzipliğini, dünyaya merakını ve sevecenliğini yitirmemiş gözler, yaş alsalar da yıldızlar gibi kalıyor, yüzün haritasında.
Dün, gidişini öğrendiğimden beri Genco Erkal’la ilgili pek çok söyleşiye, fotoğrafa, videoya baktım; aklımda en çok çocukluk resimleri kaldı. Yüzünün, “ifadesinin esası” hiç değişmemiş neredeyse. Yaş aldıkça çocuklaşmasından değil, hayattaki ışığını çok erken keşfedip ömrünün sonuna kadar onun peşinden gitmiş olmasından. Bir ömür boyu kendisi; insan kalmasından…
“Hayvan”ı, kendinden güçsüzü, dereyi, ağacı, kuşu, kediyi, köpeği eze eze var olan insan değil bahsettiğim: Büyüdükçe küçülen, “ben” dediğinde de “biz” olabilen, özü, sözü bir, en karmaşık anında bile sade, insan.
“Nazım’ın sesi” olduğunda da, iki üç yıl önce yapılmış bir belgeselde hayatını anlatırken de, bir oyunda 23 başka karaktere büründüğünde de Genco Erkal daima “bizimle” konuşuyor. Öyle bir aracılıksızlık, yaptığına, ürettiğine, dillendirdiğine bürünmüşlük hali ki, insan, o ne dese, inanıyor. “Hoşça kalın dostlarım benim", hariç. Sosyal medya hesabından atılan o üzücü mesaj, Nazım’ın dizeleri. Çok sade, ışıklı bir vasiyet. Ama hoşça kalamıyoruz. Kendimizle kalamıyoruz. Dünyanın kopkoyu gecesine varmışız ve sahici bir yıldızı buradan uğurlamak çok zor. Bize miras bıraktığı, ömrünce saçtığı ışığı, kendi içimizden çıkaramıyoruz henüz.
Hoşça kalın
— GENCO ERKAL (@DOSTLARTIYATRO) July 31, 2024
dostlarım benim
hoşça kalın!
Sizi canımda
canımın içinde,
kavgamı kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın
dostlarım benim
hoşça kalın...
Resimlerdeki kuşlar gibi
dizilip üstüne kumsalın,
mendil sallamayın bana.
İstemez... Tek hecesiz elveda.
.
Oysa, ömrü boyunca bunu yapmak istemişti: Gördüğü ışığı yayarak paylaşmayı. Böylece salt kendisi ve yakınları için değil, “o an için” değil, kuşaklarca ses, ışık olarak kalmayı.
Birkaç kuşak Nazım Hikmet’i esasen onun sayesinde, Nazım şiirlerinden örülme oyunları, ruhu, sesi, onun ışık boyu varlığı sayesinde tanıdı.
Genco Erkal’ın sahne sevgisi ve tutkusu; politik bakışıyla, düşünüşüyle, hayatı yaşama tarzıyla mükemmel biçimde birleşmişti. Mutlaka tökezlediği olmuştur ama bu denli bir “yolundan sapmama” az görülür. Hayatın ve Türkiye’nin sayısız çelmesine rağmen gözü de ruhu da solmamış, sanki hiç “kaybolmamış”, bir ömür kendisi kalmış gerçek bir sanatçıyı kaybettik.
Tıpkı kendisi kadar hakiki, oyuncul, muzip, ayrıksı isminden başlayarak, Türkiye’de sanatla, sanatsal üretimle ilgili herkeste önemli bir yeri, imgesi vardır Genco Erkal’ın. Anlatılması da zor, ancak denenebilir. Biyografisini bir köşe yazısına sığdırmak mümkün değil. 65 yılı aşkın sanat hayatının boş bir yılı değil, neredeyse boş günü yok. Google’da şöyle bir gezinmek, bir ömre neleri sığdırabildiğini sezdirebilir. Onu tanımaksa, en çok, eserleri aracılığıyla mümkün. Bir yazıda ancak anlamlı ve tutarlı bir bütünlük oluşturmaya çalışabiliyorsunuz. Ona biraz olsun yakışan cinsten bir bütünlük.
Sadeliği, tutarlılığı o denli büyüleyici ki, erken yaşlarda keşfedilmiş bir yeteneğe, bir hayat amacına sahipseniz hayatta bunun önüne geçen her ana esef ediyor, yine de müthiş bir yaşam coşkusu ve “yapıp etme hevesi”yle doluyorsunuz ona bakarken. Hayat yolculuğunu kendi dilinden anlattığı, Selçuk Metin’in yönettiği, “Genco” belgeseli Netflix’te yayında, mutlaka izleyin. İnsana ve “oyuncu”ya özgü tüm duyguları, sevinci, oyunculluğu, örtük bir hüznü, daimi neşe ve direnci taşıyan o benzersiz yüzüyle doğrudan sizinle konuşuyor. Hayatının kendisi başlı başına anlamlı bir yapıt olan bir sanatçının gözünden neredeyse 80 yıllık Türkiye tarihini de izliyorsunuz.
Genco Erkal’ı birkaç sayfaya sığdırmaya çalışmak, zor olması bir yana, neredeyse ayıp bir şey gibi geliyor insana. Işığın izini sürmeye, “bendeki Genco Erkal”dan ve hepimizde kalan ışığından bahsetmeye çalışacağım.
“Kalp camdandır, cam kırılınca yapışır? Yapışmaz…”
“Bazı şeyleri bilmek gerekir Kiraz, bunlar lazım olur insana!”
Genco Erkal’ı galiba ilk kez Fehmi Yaşar’ın yönettiği, sinemamızın türlü bakımdan oldukça özgün filmlerinden biri olan “Camdan Kalp” filminde oynadığı Kirpi karakteriyle tanımıştım. Epey erken yaşlarda izlediğim bu filmde canlandırdığı Kirpi, hayata kitaplardan ve teoriden bakan kentli bir aydın, bir dönemin parlak, artık gözden düşmeye başlamış sinemacısıydı ve kocasının ihaneti ve şiddetiyle mücadele eden temizlikçi Kiraz’ın (Şerif Sezer) hayat macerasına bir anda ortak olarak, kendini “sokak”ta buluyordu. Kirpi, yanlış hatırlamıyorsam, telefonu çevirmeyi bilmeyen Kiraz’a şaşkınlığını böyle ifade ediyordu. “Bazı şeyleri bilmek gerekir Kiraz, bunlar lazım olur insana!” Aydın/halk, kentli/köylü gibi ikilikleri hayli mizahi ve yaratıcı biçimde ele alan filmde halden hale giren Kirpi, esas kendisinin hayat bilgisinin ne denli eksik olduğunu da böylece öğreniyordu.
12 Eylül sonrasında, “Hakkari’de Bir Mevsim” başta olmak üzere, hepsi önemli birkaç filmde de oynamış, ödüller almış olsa da Genco Erkal, saf bir tiyatro insanı. Bu türün Türkiye’deki son has temsilcilerinden biri. Bir sinemacı ve televizyoncu olarak bendeki ilk izinin sinemaya ait olması çok olağan. Kendisi ise televizyona hiç yakın durmamış, hayatı boyunca sadece bir tek dizinin bir bölümünde oynamış. (BluTV’de yayınlanan “7 Yüz” antolojisinin bir bölümünde.) Bunun, televizyon anlatısını, esas aşkı olan tiyatroya hayli karşıt görmesinden kaynaklı bilinçli bir tercih olduğu besbelli. Sinemaya da özel olarak heves etmemiş. Ancak “politik” duruşu, tutarlılığı, hayata ve sanata bakışını metinlere yansıtması bakımından edebiyat ve sinema açısından da önemli bir isim.
Tiyatro yeteneği ve tutkusunu çok küçük yaşlarda keşfetmiş, o günden sonra da tek dileği “sahnede nefes almak” olmuş. Çok yetenekli çok az sanatçıya nasip olan bir özelliğe sahip: Çok düşük öz yıkıcılık, çok yüksek öz disiplin. İstanbul’da, lise diplomasını dışarıdan verip Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında kafaya koyup İngiltere’de Kraliyet Terzilik Akademisi’nde okumuş, çok zeki, öncü ve yaratıcı bir anne ve daha eski usul, deniz subayı bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Annesinden yaratıcılık, kafasına koyduğunu yapma becerisi ve muziplik, iki ebeveyninden de yılmaz bir disiplin bilgisi edindiği hemen anlaşılıyor.
Günümüzün “ölene kadar genç kalma” öğretilerinden çok, aşık olduğu “sahne”de olabildiğince uzun zaman boyu sağlıklı kalabilmek amacıyla hayat boyu spor yapmış, beslenmesine, uykusuna dikkat etmiş. Hayata kazık çakmak için değil sahnede dik durabilmek için geliştirdiği bu hayat tarzı sayesinde kuşaklar boyu izleyebildik onu.
Genco Erkal, başarma ve görünür olma hissinden başka bir şeye, gerçek ideallere sahip, bu uğurda da sadece kendisiyle yarışan bir sanatçı türünün has temsilcisi olarak, bize şunu anlatıyor: “Kendini gerçekleştirmek, bir ömür genç kalmak” falan, hayata bağlamsız bir tırnak geçirerek, hayata rağmen bir bencillik geliştirerek, ayrıcalıklarına yapışarak değil, ancak bir kendini adama biçimi olarak mümkün ve anlamlı. Dünyayı ve ülkeyi kendi mahallesinin çok dışında kalan insanlarla, salt Beyoğlu’yla değil en ücra yeriyle, ağacından kedisine köpeğine her canlısıyla sevmek ve benimsemekle…
“Nazım’ın sesi” olarak bilinmekle birlikte, ömrünü adadığı şair dışında Can Yücel’den Aziz Nesin’e uzanan geniş bir miras ve değer bilme, yaşatma repertuarı var Genco Erkal’ın. Sağlığında “Azizname” başta, öykülerinden birkaç oyun uyarladığı Aziz Nesin’in ve katledilen diğer aydınların izini “Sivas 93” oyunuyla da yeni kuşaklara taşımış.
Müthiş çoğaltıcı bir yanı var. Ruhi Su ve Fazıl Say başta, müzisyenlerle ortak üretimlerle, edebiyat, tiyatro ve müzik arasında evrensel bir ortaklık kurabilmiş.
Günümüzün çoğunlukla “politik mesaj”ı ayrı, “sanat”ı ayrı kaplarda kaynayan anlayışından farklı olarak, sahici bir “politik tiyatro” anlayışını hayata geçirmiş. Kapatılan, yıkılan, yağmalanan tüm sahnelere, sansüre, cezalara rağmen, 50 yıldan uzun süre ayakta kalan “Dostlar Tiyatrosu” ile.
Yalnızca ülkemizin değil, karakteristik tüm nitelikleriyle, dünyanın bilinen ilk tek kişilik oyunu “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni (Gogol) dört farklı yorumla yıllarca sahnelemiş.
Bizde “daha didaktik, bağnaz” biçimde ele alındığını düşündüğü Bertolt Brecht’i “aslında çarpıcı bir şiirsellik ve daimi mizah” barındırdığını düşündüğü haliyle hem oyunları hem de tuluattan yenilikçi oyunlara uzanan bir çizgide özgün yerli eserler aracılığıyla Türkiye’ye uyarlayıp tanıtmış.
55 oyun yönetmiş, 80’in üstünde oyunda yer almış, 9 oyun çevirmiş, 23 uyarlama yapmış, bir de oyun yazmış.
Ömrünün son yıllarına denk gelen pandemide bile tiyatro arşivindeki oyunları YouTube’a yükleyerek, oyunlara dair açıklamalı videolar paylaşarak yüz binlerin ilgisini çekmiş, kuşaklar arasında köprü kuran gerçek, sahici, adanmış bir sanatçı…
Hayatı boyunca, her dönemin muhalifi olmuş, her darbeye denk gelmiş, defalarca sansüre, gözaltına, baskınlara maruz kalmış, her şeye rağmen yemyeşil bir ağaç gibi sürdürdüğü ömrünün son gününe kadar, attığı tweetler nedeniyle bile yargılanmış bir sanatçı…
İktidarların sanığı, hayatın tanığı, hiç bağırmayan ve asla susturulamayan bir ses…
Gidişiyle çok eksildik. Varlığıyla, direnciyle, feri hiç sönmeyen gözleriyle, dimdik duruşuyla, inadı ve sevecenliğiyle daima ışığımız olacak. Dost varlığı sayesinde “güneşin sofrası”nı bileceğiz, kuracağız.
Tek hecesiz, teşekkürler Genco Erkal.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024
'Geleneksel eş' akımı, kirli pembe bir kafes olarak ev 04 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI